Malumunuz çok değerli bir ilim ve irfan ehli zat birkaç gün önce Bitlis’in Norşin (Güroymak) ilçesindeki medresesinde talebelerine ders verirken gözü dönmüş bir zalimin hain saldırısıyla şehit edildi…
Öncelikle ülkemizin batısında yaşayan kardeşlerimin konuyu anlaması açısından Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaşayan insanların iki özelliğine kısaca değinmek istiyorum.
1- Bu bölgede ‘suçun şahsiliği ilkesi’ hükümsüzdür. Evet suçun şahsiliği ilkesi hem dinimizin hem de Anayasa ve yasalarımızın gereği olsa da akrabalık bağlarının güçlü, ailelerin kalabalık ve dayanışma içerisinde olmaları ve aşiret gerçeği maalesef bu ilkeyi toplumda geçersiz kılmıştır. Haliyle bir kişi birine borçluysa; alacaklı için o kişinin babası, kardeşi, amcası da borçludur.
2- Bu bölgede hapis cezası adam öldürmenin bedeli olarak kabul edilemez. Adam öldürmenin bedeli kısas ya da sulhtur. Ve ne yazık ki kısasa muhatap kişi sadece katil değil ailesinin (babası, oğlu, kardeşi, amcası) herhangi bir ferdidir de!
Bu iki sosyolojik gerçeği dile getirdikten sonra mevcut yasalarımızın, kolluk ve adli yapımızın bu hususlarda toplumsal beklentileri karşılamaktan uzak olduğu gerçeği de hepimizin malumudur.
İşte bu gerçekler ışında bu bölgede adı ‘Şeriata gitmek’ olarak ifade edilen ‘sivil arabulucu’ otoritelerini ve nasıl bir hayati öneme sahip olduklarını daha iyi anlayabiliriz.
Bu otoriteler (şeyh-ağa-bey-kanaat önderi) kendilerine müracaat eden taraflar arasındaki anlaşmazlığı çözerken Kur’an, sünnet ve örfi kurallara göre hüküm verirler. Verdikleri hükmün herhangi bir maddi yaptırımı yoktur. Kimseyi hapse atmazlar, dayak attırmazlar, malına haciz koymazlar ve asla bu arabuluculuk karşılığında asla bir karşılık kabul etmezler. Verilen hükmü kabul etmemenin tek müeyyidesi toplum tarafından ayıplanma ve belki ‘Şeriatı kabul etmedi’ denilerek tecrit edilmeleridir.
İşte Şeyh Abdülkerim’in şehit edilmesine sebep olan konu da bu minvalde…
Aralarında anlaşmazlık bulunan ve akraba olan iki aile aralarında arabulucu olması için merhum şeyhe müracaat ediyor. Şeyh de hem iki tarafı ve hem de şahit gösterdikleri kişileri dinledikten sonra hükmünü açıklıyor. Hükmün açıklandığı sırada memnun olmayan bir kişi şeyhe sözlü bir itiraz ediyor ama her iki aile hükmü kabul edip çıkıyor. Olayın üzerinden bir hafta on gün geçtikten sonra o gün hükme sözlü itiraz eden kişi gelip “Ben şeyhe karşı yaptığım saygısızlıktan dolayı özür dilemeye geldim” diyerek şeyh ile medresede görüşüyor…
Önce yaptığından dolayı özür diliyor. Şeyh de mahcubiyetini almak için ona özel bir ilgi gösterip çay ikram ediyor ve sohbet ediyor. Bu esnada talebelere de ders okutan şeyhe “Benim size arz etmem gereken özel bir konu” var deyince şeyh de talebelere ‘bize biraz müsaade edin’ diyerek talebeleri dışarı çıkarıyor. Şeyh ile baş başa kalan katil, silahını çekip ona 3 el ateş edip kaçıyor ve kapıda çalışır halde bıraktığı arabasına binerek uzaklaşıyor…
Bizim, ailesinin, akrabalarının ve kamuoyunun bildiği budur. Geri planda bu konuyu fırsata çeviren bir yapı, kişi ya da kişiler var mıdır? Varsa böyle bir şey bunu da devletin yetkili organları araştırıp ortaya çıkaracaktır.
Şimdi tüm bunların ışığında şehit edilen benim de kuzenim (halamın oğlu) olan ve yakinen tanıdığım Şeyh Abdülkerim kimdir ve bu menfur cinayetin bölgede nasıl yansımaları olacaktır hususları üzerinde durmak istiyorum.
Şeyh Abdülkerim Çevik (ks) kimdir?
Baba tarafından Nakşibendi tarikatının Anadolu’daki çeşme başı olarak sayılan Norşin’de metfun Şeyh Abdurrahman et-Taği (ks) ve Hazret namı ile maruf Şeyh Muhammed Diyaeddin’in (ks) torunlarından Şeyh Ataullah’ın (ks) evladı; anne tarafından da bu defa bölgede medrese geleneğinin ve ilmin çeşme başı sayılan Siirt’te metfun Allâme Molla Halilzâde Şeyh Mahmud Ez-Zokaydî ve Şeyh Muhammed Cüneyt Ez-Zokaydî’nin torunudur.
Norşin’de çeşitli medreselerde amcası Şeyh Muhammed Hafid (kuddise sırruhu), Şeyh Mazhar (kuddise sırruhu), Şeyh Fedli (kuddise sırruhu), Mele Sabri, Horasanlı Mele Ebubekir gibi büyük âlimlerin yanında eğitim aldıktan sonra Seyda Molla Burhaneddin’in Başmüderrisliği’ni yaptığı Siirt/Tillo Medresesi’nde eğitimine devam ederek 1991 yılında ilim icazetini almış.
Tasavvufi olarak da 9 yaşında amcası Şeyh Hafid’in (kuddise sırruhu) yanında tevbe ederek, Nakşibendi tarikatında başladığı seyr-u sülükü amcası Şeyh Muhammed Hafid’in (kuddise sırruhu) 2001 yılında vefatından sonra, Şeyh Fetullah-i Verkanis’in (kuddise sırruhu) torunu Şeyh Asım’ın (kuddise sırruhu) yanında tamamlayarak, 2007 yılında Şeyh Muhammed Asım (kuddise sırruhu) tarafından irşad ile görevlendirilmiş. Ayrıca AÜ İlahiyat ve Sosyoloji bölümleri mezunuydu. Evli ve en büyüğü 13 yaşında olan 3 çocuğu var.
Merhum Şeyh Abdülkerim (ks) yüzyıllardır bu coğrafyada ilim ve tasavvufun temsilcisi olan bu büyük ailenin lider konusunda yaşadığı bir fetret dönemi sonrası yetişip parlayan entelektüel yönü güçlü, sosyal çevresi ülke sınırlarını aşan, genç olmasıyla büyük umutların bağlandığı nadide bir şahsiyetti.
Büyük ve köklü bir ailenin zor bir coğrafyada büyük emekler vererek okutup yetiştirdiği, bu seviyeye gelene kadar onlarca âlimin emek verdiği, binlerce insanın dua ettiği, milyonların umudunu bağladığı, tüm insanlık için yol açan, yol aydınlatan bir kandil; işte bu menfur cinayetle bir hiç uğruna, kanı beş para etmez bir cahil tarafından söndürüldü!
Birincisi mensubu olduğu ailenin bu bölgede etkisi olan tüm mutasavvıf ailelerin lideri olması ve kendisinin de cihanşümul bir kimliğe sahip olmasından dolayı bu cinayetin tabii ki bölgede ciddi anlamda sosyal sonuçları olacaktır!
Hadisenin kendisi de hatt-ı zatında bu coğrafyada bir ilktir. Evet aile Rus harbinde cephede savaşıp şehitler vermiş, şehitliğe aşina bir ailedir ama yüzyıllardır devam eden bu arabuluculuk mevzusunda ilk kez hakem hedef alınmış ve katledilmiştir. Hedef alınan hakemin nadide kimliği de bu menfur olayın etkisini çok daha fazla etkileyecektir.
Bundan sonra kendilerine arabuluculuk için müracaat edilen şahsiyetler temkinli davranmak durumunda kalacaktır. Bu da bölgede kan davalarının artmasına, var olanların daha da büyümesine, anlaşmazlıkların çözümünde tıkanmaya ve sosyal barışın daha da bozulmasına sebep olacaktır.
Şüphe yok ki bu olay bu haliyle bile (yani şayet konu bildiğimiz şekildeyse, altından farklı bir konu çıkmaz, derin bir yapıda örgüt çıkmazsa…) bölgemiz için, medrese ve tasavvuf ehli için, bölgenin vazgeçilmezi olan ‘arabuluculuk’ müessesesi için bir dönüm noktası olacaktır.
Bu menfur olay nedeniyle ülkemizin hemen her hanesinde yas hakim olmuş, bölge halkı da böyle bir olayın bu memlekette meydana gelmiş olmasının utanç ve mahcubiyetini yaşamaktadır.
Sonuç itibariyle;
Özelde baktığımızda, merhum hocamızın kendisi her ne kadar mescitte ilim tedris ederken zulmen öldürülerek şehitlik gibi her Müslüman’ın arzusu olan makama ulaşmışsa da en büyüğü 13 yaşında olan 3 çocuğu ve onlarca talebesi yetim kaldı…
Belki bu büyük aile en değerlisini kaybetti. Ama emin olunuz yüzyıllardır bu coğrafyanın en büyük zatlarını yetiştirmiş bu maden (aile) tüm hafızası ve cevherleriyle dipdiri duruyor ve yine en kısa zamanda parmakla gösterilecek en iyi ilim ve irfan ehli (Şeyh Abdülkerimleri) zatları yetiştirmeye devam edecektir.
Bize düşen de toplum olarak Şeyh Abdülkerim’in (ks) şehadetinden ders çıkarmaktır. Hayatını eğitime, edebe, adaba, barışa, kardeşliğe ve cehaletle mücadeleye adayan bu nadide şahsiyetten yaşarken istifade etme imkânı bulamamışsak da şehadeti vesilesiyle kendisinden istifade edelim.
Kendimize, çocuklarımıza, topluma soralım: “Fe eyne tezhebun?”
Anne ve babamızı huzur evine yollamakla, çocuklarımızı diploma hedefine koşan yarış atlarına dönüştürüp edep-adap, ilim-İrfana yabancı bırakmakla, öğretmenlerimizi dövmekle, doktorlarımıza şiddet uygulamakla, alim ve önderlerimize kurşun sıkmakla bu gidiş nereye?!
Selam ve dua ile…