Suriyelilermiş…

Mültecilermiş…

Sığınmacıymış…

Dileniyorlarmış…

Hırsızlık yapıyorlarmış…

Burada ne işleri varmış…

Huzurumuzu bozuyorlarmış…

Savaşmaktan kaçmışlarmış…

Çocuklara tecavüz ediyorlarmış…

Plajlarda kadınları taciz ediyorlarmış…

Kendi topraklarını/vatanlarını savunmamışlarmış…

Hükümet kendi vatandaşının hakkını onlara yediriyormuş…

Kendi Vatanlarına ihanet etmişlermişte; bize mi etmeyeceklermiş…

Bizim askerlerimiz onlar için ölüyormuşta onlar burada keyif yapıyorlarmış…

Hükümet Suriyelilere “Akkart” vermişte onların aldıklarını biz ödüyormuşuz…

….

Kim diyor bunları?

* Allah’ın yeryüzünü kendine mescit kıldığından ve kendisini yeryüzüne hak ve adaleti hakim kılmakla görevlendirdiğinden bi haber olanlar…

* Allah’ın ‘Müslümlar kardeştir’ ayeti yerine ırkçı faşizmin etnik temelli kardeşlik sloganına iman etmiş olanlar…

* Kendi inanç ve medeniyetinin ensar, muhacir, misafir, emanet ve kardeşlik gibi değerlere yabancı batı jargonuyla aşağılayacı bir üslupla ‘sığınmacı’ tanımı kullananlar…

* Belki de dedesinin-babasının Kafkaslardan, Balkanlardan, Musul, Şam, Kerkük, Haleb, Bağdat, Basra, Tebriz, Tiflis, Kırım ve Selanik’ten geldiğini unutanlar…

* Konuşunca ‘atalarımız, ecdadımız, 3 kıta, 600 yıl İslam Bayraktarlığı yaptık’ diyerek coşan ama sıra amel etmeye gelince atalarına gerici deyip İngiliz aklını kendine pusula edinenler…

* Şam bizim, Bağdat bizim, Kudüs bizim, Mekke – Medine bizim, Kırım bizim, Saray Bosna bizim deyip aynı samimiyetle Diyarbekir de onların, Erzurum – Sivas – Maraş – Antep, İstanbul ve Edirne de onların diyemeyenler…

* İçerde ve dışarda kendi ordusu 7 düvele karşı savaşta iken 600 bin asker kaçağı olduğunu görmeyen; hatta sabah-akşam onlar için bedelli isteyenler…

* Ordusunun 5 bin küsür askerinin Nato/Fetö adına kendi vatanlarına ihanet etmiş olmalarını görmeyenler…

* Daha dün 15 Temmuz’da vatanları işgal edilmek, iradeleri gasp edilmek istenince direnip vatanlarını koruma yerine; banka, market, benzin kuyruğunda birbirlerini ezenler…

* Kobane’den, Şengal’den, Halepçe’den gelince ‘kardeşlerimiz’ sloganı atıp başka yerden gelince onlara sığınmacı-kaçak-korkak diyen faşist Kürtler; Türkmendağı, Telafer, Uygur, Karabağ, Bosna’dan gelince ‘kardeşlerimiz’ deyip başka yerden gelince onları kovmak isteyen faşist Türkler.

* Fitne ve fesatın ülkede yayılması için hangi kılığa girmeleri gerekiyorsa bir dakikada giren yeryüzünün belamları, takiyyeci aşağılık güruh olan Fetöcüler…”

Peki bu ‘Suriye’ dedikleri yer neresi?

Bizim Şam-ı Şerif, Haleb, Minbiç, Hama, Humus, İdlip dediğimiz beldelerimiz. “Misak-ı Milli” diye ahkam kestiğimiz topraklarımız.

Kim bu Suriyeliler?

Kurtuluş savaşında bu vatan Haçlı çizmeleri ile kirlenmesin, ümmetin Payitahtı düşmesin diye gelip Çanakkale’de şehit olan Halepli, Hamalı, Humuslu, İdlipli, Şamlı kahramanların çocukları.

Neden buradalar?

Dün bizde olan Çanakkale Savaşı bu defa onların beldelerinde de ondan…

Bir yandan kendi ülkelerinin yönetimini gasp etmiş diktatör Esed’in ve mezhep taasubiyetiyle onu destekleyen İran’ın diğer yandan, Siyonist/Emperyalist kan emicilerin onların topraklarını kendi menfaatlerine uygun olarak yeniden dizayn etmek için kurdukları Daeş-Pkk gibi terör örgütlerinin ahlaksız/kuralsız savaşlarından kadınlarının iffetini ve çocuklarının canını korumak için buradalar.

Her ailenin kadın ve çocukları ile gelen 1 ya da 2 erkek var. Geriye kalan erkekler ya şehit oldular ya da kendi topraklarında Vatanları için savaşıyorlar…

Kim dileniyor?

Resmi rakamlara göre yılın ilk 6 ayında 3 bin 46 dilenciye işlem yapıldığı bunlardan 149 kişinin Suriye vatandaşı olduğu geriye kalan da “Suriyeli” rolü yapan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduğu açıklandı.

Neden dileniyorlar?

Diyelim ki dilenenlerin tümü Suriye’den gelen kardeşlerimiz olsun. Zulümden ve yokluktan kaçıp bize sığınan mazlumların dilenmek zorunda kalması bizim ayıbımız değil mi?

Biz, köpek bağlasan durmaz yeri onlara dubleks fiyatına kiraya vermesek, onları sigortasız ve asgari ücretin yarısı fiyatına köle gibi çalıştırmasak ve zekâtımızı hakkıyla versek dilenirler mi?

Hırsızlık yapıyorlarmış; taciz ve tecavüz olaylarına karışıyorlarmış…

Resmi makamlar 2014 – 2017 arasında ülkemizde yaşayan Suriye vatandaşlarının %1.32’sinin suça karıştığını ve 2017’nin ilk 6 ayında bu oranın daha da düştüğü açıklandı.

Ne yazık ki ne resmi ne de gayri resmi kaynaklar; taciz, tecavüz ve şiddete uğrayan Suriyeli çocuk ve kadınları, zor durumlarından faydalanılıp 2. eş olarak alınan kadınlara dair bir araştırma yapma gereği bile duymadı…

Hele erkeklerin, eşi ölmüş, boşanmış kişiler ve ikinci evlilik mevzularının açıldığı her sohbete ‘Suriyeli Kadınlar’ın meze edilme densizliğine kimse değinme gereği bile duymadı…

Sahi siz ne ara İngilizlerin sizin topraklarınızda yaptıkları taksimatı içinize sindirdiniz de; Şam el diyarı, Halepli de öteki oldu?

Siz ne ara ecdat dediğiniz Yavuz Sultan Selim Han’ın, Sultan Abdülhamid Han’ın Sultan Alparslan’ın, Selahaddin-i Eyyubi’nin miras ve vasiyetini bir kenara bırakıp İngilizlerin sizin vatanınızda yaptığı tanım ve taksimatları kabul ettiniz?

Siz ne ara Allah’ın ve Resulünün size kardeş kıldığı müslümanları ve dini, dili, rengi her ne olursa olsun size emanet ettiği mazlumları Siyonizmin çizdiği haritalara göre sınıflandırdınız?

Biz İslam coğrafyasının tek bir beldesinden vazgeçmedik. Emperyalizmin aramıza çizdiği suni ve geçici sınırlarını asla kabul etmedik; Allah’ın bize kardeş kıldıklarını ırklarına, dillerine, renklerine, coğrafyalarına, siyasi görüşlerine göre tasnif etmedik ve hiçbirinden asla vazgeçmedik.

Bu topraklara gelen her mazluma evimizi, gönlümüzü, soframızı açtık; gelemeyenlere de biz gittik.

Biz bu ülkeye gelen muhacir deriz, mazlum deriz. Dinlerini de ırklarına sormayız; Şengal’den gelen Ezidi’yi de, Kobani’den gelen Kürd’ü de, Haleb’den gelen Türk’ü de, Şam’dan gelen Arab’ı da aynı merhmet ve samimiyetle kucaklayıp karşılarız.

İstanbul, Şam’dır; Antep, Halep’tir; Diyarbekir, Minbiç’tir, Kobane’dir; Erzurum, Telafer’dir; Cudi, Cebel-el Ekrad’tır; Toroslar, Cebel-el Etrak’tır.

Kendi inanç ve medeniyetine, bu toprakların kadim değerlerine yabancılaşan sensin; Bu topraklarda asıl Mülteci de asıl Sığınmacı da sensin.!

Bize ne oldu da;

Karısını ve çocuklarını önüne alıp kapımıza gelenlerin lokmalarını sayacak kadar; namuslarına musallat olacak kadar rezil olduk?

Kapımıza gelen mazlum, muhacir, hamile bir kadına ve bebeğine verdiğimiz 2 lokma bize ağır geldi de, bize emanet olan bir kadına, yani hepimizin iffetine tecavüz eden ve onu bebekleriyle birlikte vahşice katleden soysuzlara, ödeyeceğimiz vergilerle hapiste bir ömür boyu yedirilecek lokmalar ağır gelmiyor?

Utanıyoruz. Allah, en azından utanabilenleri affetsin.

Selam ve dua ile…