Tarihin en eski dönemlerinde de ‘mahpus/zindan’ vardır. Ancak bu zindanlar bir kişinin yargılanması bitip cezası verilene kadar tutulduğu yerlerdir.
Çünkü ne İslam Hukuku’nda ne de daha önceki hukuk sistemlerinde ‘hapsetmek’ bir ceza modeli değildir; cezası kesilene kadar uygulanan bir tedbirdir. 1700’lü yılların sonlarında Amerika/Pensilvanya bölgesinde aydınlanmacılar “Bedene ceza (kırbaç/el kesme/ata ters bindirme/idam/…) uygulamaya itiraz ederek Hıristiyan felsefesinin de; “Dünya, baştan çıkarıcıdır, insanları günaha zorlar, bizim kâmil olmamız için vicdanımızla baş başa kalacağımız bir tecride ihtiyacımız vardır” ilkesi ışığında ‘Penitence=Tövbe’ kökünden gelen ‘penitentiary’ ismiyle ilk hapishaneyi inşa ederler.
“Nedamete mahsus hapishane” ismiyle dilimize ve bir ceza modeli olarak da ‘hapsetme’ uygulaması bize 1850 yılından sonra gelir… Gelir de bir türlü derdimize derman olamaz…
Konunun tarihçesine kısaca değindikten sonra gelelim iaşesini ve güvenliğini bizim sağladığımız terör kamplarına…
Malumunuz herkesin kabul ettiği; 12 Eylül Askeri Darbesi ve PKK’yı konuşurken dilinden eksik etmediği bir cümledir “PKK, Diyarbakır Cezaevi’nde kuruldu; Diyarbakır Cezaevi PKK’ya eleman yetiştirdi”…
Yetkililer sağ olsun tahammül edilemeyen acılara sahne olmuş Diyarbakır Cezaevi ‘binasını’ müzeye çevirdi ama maalesef terör örgütlerinin değirmenine su taşıyan cezaevi ‘düzenini’ müzelik yapmadı…
[Büyük dedem demiş ki: ‘Birine 9 katır yükü iyilik gönderdiğinizde, 1 katır yükü de sopa gönderin; bilsin ki 9 katır yükü iyilik yapacak merhamete de ama ihtiyaç olursa 1 katır yükü sopa atacak kudrete de sahipsiniz]
Devletimiz, her konuda olduğu gibi hapishaneler konusunda da ne yazık ki yine elinin ayarını tutturamamıştır…Nasıl ki daha önce Kürt sonunun çözümü için on yıllarca bölgeye aralıksız hep 10 katır yükü sopa gönderen Devlet, Çözüm Süreci’nde bu defa tam tersi bir uygulama ile 10 katır yükü iyilik göndererek kötülerin azmasına, iyiliklerin kıymetsiz kalmasına sebep olmuştur. Çünkü kaidesi keskin bir kılıç olmayan terazinin adaleti sağlaması mümkün değildir. Dün hücrelerinde yapılan insanlık dışı işkencelerle (yani 10 katır yükü sopa ile…) insanları tahrik edip Devlet’e küstüren ve PKK’ya katılmaya teşvik hatta mecbur eden hapishane sistemi; bugün ise maalesef (yani 10 katır yükü iyilik/hoşgörü ile…) terör örgütlerine teslim edilmiş ve terör örgütleri tarafından eğitim kamplarına dönüştürülmüştür.
Şanlıurfa Cezaevi başta olmak üzere birçok (belki de tamamı) cezaevinin terör koğuşlarının yönetimi çoğunluğu elinde tutan terör örgütünün elindedir.
1-Koğuşlarda aralıksız ideolojik eğitim verilir; terör örgütü propagandası yapılır.
2- Koğuşu yöneten örgüt temsilcisi;
a)- Hangi mahkûmun duruşmasına gidip gitmeyeceğine; giderse de hangi dil ile ve ne ifade vereceğine…
b)- Ailesi, avukatı veya ziyaretçisi ile görüşüp görüşmeyeceğine ve kimin gözetiminde görüşeceğine…
c)- Kimin ailesinin verdiği paradan ne kadar harcayacağına hatta hangi sigarayı kaç tane içeceğine karar verir…
3- Duruşmaya giden mahkûm şayet başka bir mahkûm tarafından duruşma salonunda kontrol edilemediyse ya avukattan ya da dilekçe ile mahkemeden ifade tutanakları istenir.
Terör örgütü aleyhine bir ifade varsa mahkûma ceza verilir, gerekirse işkence yapılır ve ona dilekçe ile örgütün istediği şekilde yazılı ifade verdirilir.
4- Cezaevine ‘polise taş atmak’ suçu ile düşen bir kişi ya içerde ona ‘sayım engelletme’ vb… suçlar işletilerek hakkında daha çok davanın açılması ve oradan çıkmaması sağlanır ya da çıktığında molotof/bomba atacak veya dağa çıkacak şekilde eğitilir.
5- Çocuğu cezaevinde olan aileler terör örgütü tarafından çocukları üzerinden tehdit edilir ve haraca bağlanır ya da bir çocuğu dağa götürülür. Cezaevindeki kişi de ailesine zarar verme üzerinden tehdit edilerek ifadesine müdahale edilir.
Bundan 6 ay öncesine kadar mahkûmun verdiği ifade kendi avukatı veya mahkeme heyetinden birileri tarafından aynı anda terör örgütüne ulaştırılıyor ve aynı gün mahkûmun babası sözde KCK mahkemesine çağrılıp hesap soruluyordu.
15 Temmuz sonrası terör ile irtibatı olan memurların ihraç edilmesi en azından bu hususta ciddi bir rahatlama sağladı. Şimdi mahkûma zorla dilekçe verdirip ifade tutanakları cezaevine istenmektedir.
Ailelerin özgür iradeleriyle terör örgütlerinin ‘OLUR’ verdiği isimler dışında bir avukat tutma ve mahkûmun da pişmanlık yasalarından faydalanma talebinde bulunma özgürlüğü yoktur; gözaltında iken pişman olduğunu beyan etmiş olsa da ona cezaevinde “Pişman değilim” şeklinde bir dilekçe imzalatıp mahkemeye sunulmaktadır.
Devlete ait olan cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlüler aslında devletin değil terör örgütlerinin mahkûmudurlar. Maalesef sadece onlar değil kendileriyle birlikte aileleri de terör örgütlerinin mahkûmudurlar. Devlet, eski Türkiye’de gözaltı, tutuklu ve hükümlülere yapılan insanlık dışı uygulamalara (10 katır yükü sopaya…) nasıl son verdiyse; bugün terör örgütlerine cezaevlerinde gösterilen müsamahaya da (10 katır yükü iyiliğe…) son vermelidir. Hapishaneleri şayet bir ıslah evine dönüştürme imkanımız yoksa da bari bir terör kampı olmaktan kurtaralım…