Siyah beyaz fotoğrafları sevdim hep. İki ile bir olmuş gibi geldi onlar her zaman bana. Siyah ve beyaz arada renkler yok. Bütün renkleri içine alabilmiş, kendinde gizleyebilmiş. Sır edebilmiş. Onlar daha samimi, daha gerçekçi ve daha masumdu oysa. Mesela hep acımışımdır kendime kimseyle çekilebileceğim gerçek manada bir siyah beyaz fotoğrafım yok diye. Yani öyle bir fotoğrafım olsun isterdim. Bu denli fazla renkler yokken ve gerçekle yalan bu kadar belliyken. Siyah ile beyaz… Mesele belki de o iki renge ne denli fazla mana yükleyebildiğimizdi. Bilemiyorum. Ama zaman denen şey renklerimizi de aldı. Yerine bir sürü renk verdi ama artık kimse o iki zıt rengin peşinde değil. Oysa siyah beyaz bir fotoğraf çok renkli fotoğraflardan ne kadar da fazla bir izdir tarihe bırakılmış.
Hayat ne kadar da çok ve çabuk değişim denen girdabın içinde makyaja bulanıyor. Nasıl da değişiyor. Hayatımın çok uzun olmadığını biliyorum. Genç ve tecrübesiz dimağımla bir şeyler düşürmek istiyorum sadece zamanın tozlu sayfalarına. Haddimi aşmak mı bu yaptığım? Bilemem, öyledir belki de. Ama benim bile geçmiş diyebileceğim şuncacık yirmi küsur senede ne çok şey değişti. Dünya, madde, beden değişti anladım. Anlıyorum da. Ama ya insanın ruhu, psikoloji dedikleri şey, bunlar da mı bu kadar değişir? Sanat mesela sanatı da değiştirebilir mi zaman? Ben iptidai olanın daha masum olduğuna inandım her zaman. Ondaki heyecanın daha çok yaktığını düşündüm. Daha da gerçekçi olduğuna kanaat getirdim ilk olanların. İptidai olan, kimine göre basit ama bence daha masum. Haydi şerh edelim bunu, mesela; tarihte çekilen ilk film olsun bu, ya da ne bileyim ilk musiki aleti. Ya da ilk fotoğraf… Neden siyah beyaz ki? Sizce de daha masum değil mi gerçekten siyah beyaz bir fotoğrafta görünen bir eski zaman insanı? Onlar size de daha gerçekçi gelmiyor mu? Daha çok gizlenmiş, daha edepli, daha cazip… Beyaz masumiyetin rengiydi, siyah ayıbı örten bir perde…
Geçenlerde yolda bulduğum bir fotoğraf için yazdım bunu. Belki de “Bir sürü rengi olan o yeni fotoğraflar varken buna ne gerek var” diye düşünen biri atmıştı onu. Ya da belki suizan ediyorumdur, yanlışlıkla düşürülmüştür. Bilemem. Ama o fotoğraftaki yaşlı adamın masumiyetini şimdinin hangi teknolojik makinesiyle fotoğraflasanız da aynı kareyi yakalayamazsınız muhtemelen. Zira siyah beyazdı ve poz verilmemiş, öyle bir gayrete hiç girilmemişti. Siyah beyaz bir fotoğraf hayal kurdurur size oysa. Kim acaba bu adam diye sordurur. Hatta kendi hikâyesini yazdırır, yapabilirseniz. Çünkü sırları vardır. Aşikâr değildir her şeyi. Neyi var neyi yoksa sermemiştir önünüze. Her şeyini aşikâr edenin kıymeti yoktur zaten. (bu bir bahs-i diğer gerçi) Mesela o fotoğraftaki adamın gözleri gerçekte ne renkti? Yahut gözlükleri vardı gözünde yuvarlak çerçeveli, lacivert mi siyah mı? Nereliydi mesela? Ya da bu fotoğrafı ne için, kime, nerede çektirmişti. Eski, siyah beyaz bir fotoğraf bir hayal verir size, her şeyi bilemezsiniz ona bakarken ve bilmemek güzeldir. O kadar fazla renk saklar ki içinde, inanamazsınız. Ama şimdinin fotoğrafı size sır vermez. Hayal, onda görebildiğiniz kadardır. Diğerinde sınırı yoktur hayalin.
Dedim ya hayıflanmışımdır hep gerçek manada siyah beyaz bir fotoğrafım olmadığına. Bana deli mi diyorsun kâri? Tuhaf sadece, tuhaflık bu…