İstişare, inancımız ve kültürümüz açısından çok mühim. Kimsenin kati olanı bilemeyeceği, eşyanın zıddı ile kaim olduğu, alemin sürekli bir hareket ile değişim içinde olduğu hakikatlerinden yola çıkarak varlığını kökleştiren istişare mekanizması, modern sistemlerin adına demokrasi dediği şeyin atası oluyor.

Dövüşme, danış benimle!

Bir tartışma olunca ‘peki’ dersen münakaşa biter. Adına ne derseniz deyin, tansiyonu yükselten, fikirlere cenk ettiren, ses tellerini zorlayan fekat kabalaşmayan, argolaşmayan, kaba kuvvete ulaşmayan her şey faydalıdır. Tartışmamanın ya da tartışmayı sıhhatli şekilde bitirmenin, fikir teatisini başarmanın, doğru sonuca ulaşmanın en kritik aşaması bir bilene danışmak. Öylesine önemli bir müessese haline geldi ki bu, artık sırf bu işi yapan ‘tükkanlar’ kuruldu. Danışmanlık firmaları bu işi yapıyor.

Birçok meselede olduğu gibi bu hususta da insanımız, gerekenin yapılmaması konusunda gerekeni yapmakta mahir.

Geçtiğimiz günlerde senarist-yönetmen Gökhan Yorgancıgil bununla ilgili yazı neşretti (bu linkten okuyabilirsiniz: . “Senaryonuzu kimseye okutmayın. Bana da senaryo göndermeyin. Bugüne dek senaryo gönderen hemen herkese dönüş yapmaya çalıştım, fikir vermeye çalıştım. Ancak artık tanıdık-tanımadık hiç kimseden ‘okunmak ve değerlendirmek üzere’ senaryo kabul etmeyeceğimi duyurmak isterim” diyen Yorgancıgil, kronikleşen bir meseleye parmak basmış oldu. Yazısında uzunca izah ediyor. Madde madde sebepleri sıralıyor. Özetle; “Bu iş profesyonel bir mesele, hayatımızı bununla idame ettiriyoruz. Hatır kıramayıp yapıyoruz ama esas işimizi aksatıyoruz. Yapılacaksa profesyonelce yapılsın” demek istiyor. Ya da en azından ben öyle anladım. Ki, haklı.

Böyle söyleyince “Ulan burnunuz mu kalktı” diyecekler olacak, biliyorum. Gökhan Hoca da benze tepkilerle karşılaşmıştır. Oysa tam da yazının başında izah etmeye çalıştığım gibi bir durum var, haklı adam.

Özellikle gençleri, öğrencileri kırmamak için elimden geldiğince talepleri geri çevirmemeye çalışıyorum. Ancak emin olun yetişemiyorum. Birçok sinemacı da bu durumda. Esas işimizi yapamıyoruz ve daha da önemlisi, -gençleri ayrı tutarak söylüyorum- bu tarz ‘danışma’ meselelerinin bu şekilde basitçe halledilmeye çalışılması da bazı şeylerin kıymetini azaltıyor.

Düşünün ki, festival düzenleniyor. Öncesinde birçok hususta danışılıyor. Ancak festival zamanı geldiğinde ne bir davetiye var ne de çağrı… Dışarıdan izliyorsunuz.

Yakın zamanda bu ve benzeri şeyler çok fazla başımıza gelmeye başladığı için yazma gereği duydum. Yakın çevremdeki çok kıymetli sinema adamları, bu tarz danışma meselelerini ‘arkadaşça’ hallettikten sonra unutulup gidiyor.

İşini doğru yapanlar da yok değil. Şu an yürütülen bir uzun metraj sinema filmi için danışmanlık talebi geldi ve gayet hakkaniyetli şekilde süreç yürütülüyor.

Gökhan Yorgancıgil ilk taşı atan oldu. Ben de ciddi riskleri göze alıp meseleye kendi mecramda işaret etmek istedim.

Marifetin iltifata tabi olduğu, fikrin kıymetinin her şeyden önemli hale geldiği, prodüksiyon imkanlarının git gide kolaylaşmasına rağmen fikir süreçlerinin yoğunlaşarak devam ettiği bir ortamda, sinema gibi fikrin hayati derecede önem arz ettiği bir sektörde ‘danışma’ meselesinin hakkına girilmemeli.

İlgililere…