Yapay et çalışmaları ilk başladığında “daha neler” diyenler çoğunluktaydı. Ancak bu girişimin arkasındaki lobiler tarafından tüketiciye sözde etin fayda ve faziletleri yavaş yavaş servis edildi. Tüketici yeni döneme hazırlanmalıydı. Öyle de oldu.
İlk cephe karbon salınımı palavrasıyla açıldı. Arkasından kırmızı et fiyatlarında spekülatif artış kartı açıldı.
Bir taraftan doğal ve fıtrata uygun kırmızı ete ulaşmak ekonomik gerekçelerle zorlaştırılırken diğer taraftan laboratuvar üretimi sözde et dünyanın farklı ülkelerinde üretim ve satış izni aldı. Bazı uzmanlar bu çalışmanın uzun soluklu bir sürece gebe olduğunu, market raflarında yer almasının en az 30 yıl sürebileceğini söylese de olaylar çok hızlı gelişti.
Ve artık yapay et tehlikesi geldi, kapıya dayandı!
Türkiye’de durum biraz daha farklı işledi. Konu sıklıkla gündeme taşınıyor, Türkiye'de yapay et üretimine izin verildiği/verileceği iddiaları artıyordu.
Nihayetinde Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı da bir açıklama yapma gereği duydu. Bakan Yumaklı, ocak ayının başlarında konu hakkında açıklamalar yapmış; böyle bir konunun gündemlerinde olmadığını, yapay et konusunda herhangi mevzuat çalışması bulunmadığını söylemiş ve “yapay et üretimine izin verilmesi asla söz konusu değil” ifadesiyle olaya noktayı koymuştu.
Görünen o ki Sayın Yumaklı’nın nokta koymasına itiraz eden birileri var.
Kısaca bir göz atalım…
Dünyada İsrail, Amerika ve Hollanda menşeli 30’dan fazla firma yapay et üretimi yapıyor. Hemen her konuda olduğu gibi ‘insanlığın zararına bir girişim varsa orada İsrail vardır’ gerçeği burada da karşımıza çıkıyor. Sürecin kontrolü İsrail menşeli firmalarda, girişimci diye bize yutturulan bozguncuların çoğunluğu Yahudi…
Bakara suresi 60. ayette, “…Onlara: ‘Allah’ın rızkından yiyin, için fakat fitne fesat çıkarıp da yeryüzünde bozgunculuk yapmayın.’ demiştik” uyarısının muhatabı, yapay gıda zorbalarının ta kendileridir.
Ancak!
Türkiye'den de bir firma bu konuda çalışmalar yapıyor hem de Ankara Üniversitesi Teknokent'te kurulan bir firma! Sözde yerli olan bu firma, Tarım ve Orman Bakanı İbrahim Yumaklı’nın “izin verilmesi asla söz konusu değil” dediği üretim izinlerini nereden, kimden aldı acaba?
Bu sözde yerli firma yapay et sektörüne girmiş, harıl harıl üretim yapıyormuş. Kas kök hücresi ile laboratuvarda ürettiği sözde etleri çok yakında “temiz” sloganlarıyla piyasaya sürecekmiş.
Bunu, ülkemizin güzide basın kuruluşlarının haber kuşaklarındaki güzellemelerinden, bilimsel çalışmalarda sponsor olarak arzıendam etmesinden anlayabiliyoruz.
Hem de ne güzellemeler… Temiz etmiş, hiçbir hayvanı öldürmüyormuşuz, doğal ve fıtri olan etten daha sağlıklı ürünmüş, yakın zamanda tüketicinin sofrasına gelecekmiş…
Yarın “yapay et” yerine “temiz et” kavramını hafızalarımıza kazırlar, ekonomik gerekçeler de işin tuzu biberi olur. Bir de “helal sertifikası” aldın mı, bu iş tamamdır!
Ne diyelim; yazıklar olsun.
Kendisine yerli diyen hiçbir akademisyen, medya mensubu, satıcı, tüketici böyle bir oyunun parçası olamaz, olmamalı. İnsan sağlığına önem verdiğini düşündüğünüz, tüketici sağlığını öncelemesi gereken her kişi ve kuruluş bu tuzağı bozmakla yükümlüdür.
Reklam bütçesi ne olursa olsun, Türk medyası bu konuda sorumlu gazetecilik ilkesinden taviz vermemeli. Gıda ve tarım yönetimi de gerekli tedbirlerini almalı; bırakın tüketilmesine müsaade etmeyi, anlatılmasına, algısına, üretilmesine dahi göz yumulmamalı. Bakın tekrar hatırlatmakta fayda var; bugün göz yumduklarınız, yarın size göz açtırmayacak olanlardır. Demem o ki; bu gidişle yapay et tuzağına karşı gelenler, helal ve organik et yiyenler, yakın zamanda “hayvan haklarını ihlal etmekle”, “çevreyi kirletmekle” suçlanmaya başlarlarsa sakın şaşırmayın!
Vahşi kapitalizmin iyilik, güzellik, kolaylık, sağlık vb. vaatlerle insanlığı getirdiği nokta ortada.
Bize konforlu hayat sunduğunu iddia edenler özgürlüğümüzü elimizden aldılar/alıyorlar.
Kolaylık getirdiğini söyleyenler hafızamıza ipotek koydu. İyilik yaptığını savunanların ürünlerine bağımlı hâle getirildik… İşin en acı yanı ise yarın tercih hakkımızın tamamen ortadan kalkacak olmasıdır. Ne verirlerse, ne gösterirlerse, neyi uygun görürler, neyi dayatırlarsa onu tüketecek bir yaşam biçimine doğru hızla gidiyoruz.
Peki böyle bir ortamda insan kendi iradesini ortaya koyabilir mi?
Pek mümkün görünmüyor!