Bir şey kaybetmiştim. Sanırım çok önemli bir şeydi. Öyle olmasa güze güz, yaza yaz derdim ben de herkes gibi. Belki de kayboluşu sırasında dağdan kopan kayanın çıkardığı ses benzeri bir ses çıktı ama ben o sesi hatırlamıyorum. Ne zaman kaybettiğimi de bilmiyorum. Nerede, neden kaybettiğimi de bilmiyorum. Bildiğim bir şey varsa bana ait olan, bende olan bir şeyi kaybettim. Sanki coşkuya, heyecana, mutluluğa benzeyen bir şey. İmana benzer bir şey diyeceğim ama dilim varmıyor.

Sahi örgüt liderleri, parti başkanları da kaybetmiş midir? Neden olmasın canım? İnsan olmak, kaybetmeyi göze almak değil midir? Belki de aşk acısı çekmişlerdir. Hiç evlenmemiş, tanınmış insanlar hakkında bir gizem, bir efsane vardır ya... Sonra devrim liderlerinin sanki her sorunu çözecekmiş gibi muktedir resimleri... Yok, benim kaybettiğim her ne idiyse sadece bana aitti. Herkesin kaybettiği kendine! Mecliste konuşanlar sosyal medyada dünyaya, ülkeye, ekonomiye bakıp ahkâm kesen, tehdit savuranlar bir şey kaybetmişler midir? Yani şimdi senin yaptığın da iş mi? Gidip popüler siyasi kişilerin içlerinde derin bir boşlukla dolaşıp dolaşmadığını soruyorsun ya... Olur mu hiç?! Popüler siyasi kişiliklerin içinde milimetrekarelik boşluk yoktur. Hizmet ve çalışma aşkı ve ülkeyi kurtarma aşkıyla tıka basa doludur onlar. Yok onu demiyorum. Şimdi, mesela günlük kahramanların yüzüne bakıyorum, medya olmazsa asla varolamayacak olanların yüzlerine... Bir şeyler eksik. Sanki bir şey kaybetmiş gibi bakıyorlar. Sen çıkıp, “Evet, adaleti, barışı, özgürlüğü arıyorlar” falan dersin. Beni bağlamaz dile dökülen bahane kıvamındaki yalanlar. İyi bak o yüzlere! Öfke gelip neden insanın yüzüne oturur? Orada bir boşluk vardır ve öfke öyle bir yerleşir ki, yerinden ığrandıramazsın.

Bak şimdi, ığrandıramazsın, dedim ya... Emir abi geldi aklıma. Emir Kalkan. Ya hu adamın yüzünde sanki söğüt, kavak ağaçları gülecek gibi. Yani öyle kurt gibi bakar insanın yüzüne ama o gözler... Gülme cinleri ele geçirmiş, sanki gözlerinden çocuklar dışarı fırlayacakmış gibidir ya... Yoksa ben o bakışları mı kaybettim? Sanmam. Zaman zaman gözlerimin güldüğünü söyler sevenlerim. Belki de beni adam yerine koymak için yaparlar. Bilmem.

Sıtkı Caney şiirlerinde "bulup bulup yitirdiğim" diye geçen bir şey. Haber spikerlerinin kaybedip kaybetmediklerini asla düşünmedikleri bir şeyi kaybettim. Pürüzsüz yüzlere bakın. O yüzlerde kaybetmenin ne demek olduğunu bilmeyen çölü görürsünüz. Bir çizgisi olmamak(...) yılan gibi kaygan, diri, buluşmamız. Kaybetse bile o anı ya da şeyi düşünmeyecek bir kararlılık vardır o yüzlerde. Vurup geçen. Mimik bile kaybetmezler; çünkü mimikleri bile yoktur. Şimdi de kendi derdimi bıraktım, başkasının dertsizliğine yanıyorum.

Orhan Kemal kesinlikle benim kaybettiğim şeye benzer bir şey kaybetmiştir. Ara Güler onun sigara içerken bir resmini çekmişti ya... İşte orada gördüm. Yazdığı tüm fakir kahramanlar ölmüş gibi bakıyordu.

Şimdi başkalarında da arayabilirim kaybettiğim şeyi ama aklıma gelenlerin çoğunu ağlarken gördüm. Ağlayan insanlar sanki neyi kaybettiklerini biliyorlar. Belki de o sebepten ağlıyorlar.

Tahran'da, kaybettikleri şeyin yerine mutluluk, merhamet, iyilik yapıştıran iyi insanlar tanıdım. Evet, bir şey kaybetmişlerdi. Benim kaybıma benzer bir şeyler... Mesela, Mahmud Fersciyan’ın bir resminde gördüm, bir kız öyle güzel ağlıyordu ki, neye ağladığını bilmiyordu. Ressam, kızdan saklamıştı ağladığı şeyi. Ağlarken, kaybetmemiş gibi hissediyordu. Arınıyor, özünü yıkıyor, temizleniyordu. Durulanan bir şey vardı kızda.

Geçenlerde denize gittim. İki kız çocuğu vardı. On bir-on iki yaşlarındaydılar. Yüzüyormuş gibi yapıyorlar ama denizin göbeklerine geldiği yerde sohbet ediyorlardı. Biri, Allah’a nasıl dualar ettiğini anlatıyordu arkadaşına. Bozkırdan ya da medreseden dün gelseydim herhalde apışır kalırdım. Ergenliğe yürümüş iki kız çocuğu, bikinili falan, Allah’tan bi güzel bahsediyorlardı ki onların yaşındaki ben olsaydım, tövbe estağfirullah tövbe, der üzerlerine yürürdüm. Kaybettiğim şey sanki o çocukların yakınlarında bir yerdeydi...

Büyük bir şeyi kaybettiğimi hatırladığım anlar oluyor... Sanki uzak bir ülkede doğmuşum, mezarlarım, ölülerim oralarda bir yerlerde kalmış, çocukluğum cinlerin topu olmuş, başka bir yüze, başka bir kimliğe sarmalanmışım hissine kapılıyorum. Her ne idiyse ayaklarımı yere sağlam bastıran bir şeymiş. Belki de ayaklarımı yerden kesen bir şey...

En çok sabah erken kalktığımda ve yağmur yağarken hissettiğim içimi acıtan bir kayıp. Yitiğimi bulan varsa geri versin; başkasının hikâyesinin de hakikatinin de size hayrı olmaz.