'Sürgün'ün adı çıkmadan düşmüştük yola. Yurdumuz zamanın kalbiydi. Evimizde ölmeyecektik. Ev neresiydi? Ev kalpti, sığınaktı, yuvaydı. Kalbimiz ağrıyor, sığınağımıza sığmıyoruz, yuvamıza darlık verse de zaman -kara siyasa- hal bilmezlik; kaynağa, asıl eve giderken dünyadaki evimizden bir parça sıva-çamur alacağız yanımıza. Evet, yaşamak güzel Allah’ım! İnsan olmak ne kadar da güzel!

Bir kaçak sevda gibi yakamıza bulaştırdığın yaşamak ağrısı, mülteci bir yara olsa da ülkemde yaşamak güzel; acıyla, kavgayla, arayarak, özleyerek, dua ederek.

Sürgün daha icat edilmemişti devletlerin lügatinde, biz yurdumuzdan atıldığımızda.

...

Önce şarkın (dilin), sonra canın (tenin) ölür.

Bir insanı ya da insanları önce dilini keserek öldürürsün; hikâyesini anlatmasın diye.

...

Acının özeti: Günübirlik yaşıyoruz; günübirlik ölüyor-öldürülüyoruz.

 ...

Acının ırkı, tarafı, tarifi yok. İnsan acısı. Yanıyoruz, söndürenler iyilik yaptıklarını zannediyorlar. Oysa yanmamız, pişmek içindi.

...

Başkalarının hikâyelerini anlatırız; sanki o hikâyeleri yaşamışız gibi. Belki de hikâyemizi kavs edemediğimiz için faşizan bir yaklaşımla öteki hakkında o kadar çok söz dökeriz meydana.

...

Bakma sen şarkıya; delirten bir ritmi var dünyanın.

Ahenk katillerine yuva olurken var sen inatla dönmeye devam et hamam dansözü gibi ey koca dünya!