Musul, Kerkük ve Süleymaniye Osmanlı’nın üç önemli sancağı idi. Bu bölgelerde zengin petrol havzalarının olduğu biliniyordu. İlk olarak 14. yüzyılda İbn-i Battuta eserlerinde belirtmişti.
Modern dünyanın tarih sahnesine çıkmasıyla birlikte petrol, önem kazandı. Çünkü petrol modern dünyanın hammaddesi ve temel taşı idi.
Batılılar’ın iştahını kabartan bu bölge, ilk olarak 1870’lerde çeşitli araştırmalara konu oldu. 1871’de Alman petrol araştırmacıları araziyi inceledi. Sonuç olarak; bölgedeki petrol havzalarının yüzyıllar boyu bölgeyi ihya edeceği, modern yöntemlerle de tescillenmiş oldu.
Sultan 2. Abdülhamid Han 1876’da tahta çıktığında petrol arazilerini korumak için tedbirler aldı. 2. Abdülhamid Han, 6 Şubat 1889’da çıkardığı iradeyle Musul vilayetindeki petrol ayrıcalığını kendi özel mülkiyetine kattı. Fakat iş bununla bitmedi. Çünkü içeride ve dışarda pek çok Batı unsurlarıyla mücadele etmesi gerekiyordu. Birileri bu zenginlikleri Batı’ya havale etmenin peşindeydi.
Nitekim yaşanan çetin mücadele süreçleri sonrası 2. Abdülhamid Han, 1908’de İttihat Terakki’nin baskısıyla mal varlığını devlet hazinesine iade etmeye mecbur bırakıldı.
1908’de iktidara gelen İttihat ve Terakki Partisi bu devir teslimi bizzat kendileri yapmıştır. Bu operasyon petrol arazilerini dış müdahaleye açık hale getirmiştir. Petrol arazilerinin devlete tapulu olması demek; devlet işgale uğradığında arazilerin de el değiştirmesi anlamını taşıyordu.
Yaşanan süreçte önce 2. Abdülhamid Han tahttan indirildi.
Ardından Osmanlı’yı savaşa götüren süreç yaşandı.
1. Dünya Savaşı’nın yaşanmasıyla birlikte ise artık söz konusu petrol zengini topraklar Osmanlı sınırlarının dışında kaldı.
Bu topraklar önce Sevr’de daha sonra da Lozan’da bedelsiz olarak diğer devletlere bırakıldı.
(Hâlihazırda akademi camiasında bu alanların padişahın özel mülkü olması hasebiyle tartışmalar yaşansa da pratiğe bir yansıması olmamaktadır.)
Şimdi gelelim bu güne…
Dün zengin petrol yatakları sınırlarımız içindeydi. Bizimdi!
Bunun önemini fark eden bir padişahımız da vardı.
Fakat içimizdeki Batı hayranı kesimler, oyuna gelerek o padişahı alt ettiler.
Tarihin akışı yine benzer bir tabloyu önümüze getirdi.
Aradan geçti yüz küsur sene, şimdi yine böyle bir yol ayrımındayız.
Doğu Akdeniz’de Musul-Kerkük benzeri tarifi imkânsız petrol ve doğalgaz rezervleri bulundu.
Ve Türkiye Akdeniz’deki haklarını korumanın çabası içine girdi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan hamle üstüne hamle koyarak hakkımızı koruma peşinde.
Doğu Akdeniz’de pozisyon alan Batılı güçler ise içerdeki piyonlarını kullanarak Türkiye’deki milli iradeyi alt etmek için operasyonlar çekmektedir.
2013’ten bu yana, Gezi’den 15 Temmuz’a kadar yaşananlar durumu açıklıyor. Türkiye’nin uğraştığı iç meseleler tamamen oyalama taktiğidir. Oyalamanın ötesinde iktidarı değiştirerek Batıyla uyumlu çalışan, milli meselelerde kolay taviz veren bir profil arayışı vardır. Darbe girişimlerinin nedeni budur.
Batı’ya ve içerideki işbirlikçilerine seslenelim: Dün Musul’u kopardınız bizden ama bu defa başaramayacaksınız!