Önceki gece mevlîd-i nebinin sene-i devriyesi idi…

Bu münasebetle, Efendimiz (sav) hakkında edebe ve adaba mugayir bazı spekülasyonlara değinmek, günün mana ve ehemmiyetine tam mutabık düşer diye zannediyorum.

Efendim, öteden beri, peygamberi dinin dışında tutmaya çalışan dâhili ve harici birtakım unsurların bulunduğu herkesin malumu.

Bahse konu kesim bu maksatları ekseninde bazı spekülasyonlar geliştirmekten de hiç sakınmazlar. Söz gelimi “Peygamber bugün yaşasaydı ne giyerdi?” yahut “falanca konu hakkında nasıl davranırdı?” gibi asla kesin bir cevabın verilemeyeceği bir tartışma ortamı husule getirerek Peygamber’i (haşa) kendi seviyelerine çekmeye çalışırlar.

Açık söylemek gerekirse bu önermeler İslam idrak ikliminin ürettiği bakış açılarından neşet etmiş değildir ve tamamıyla Hristiyani bir yaklaşımdır.

Bilindiği gibi, kiliseye itiraz eden Protestan anlayış, ‘İsa (as) yaşasaydı ne yapardı?’ şeklinde bir argüman geliştirmiş ve itirazlarını, hatta yeni itikat biçimini bu tarz üzerinden tesis etmişti.

Mezkûr husus, ele aldığımız konuda işaret etmek istediğimiz yanlışlıkların ilkiydi.

Bu tespite paralel olarak, yüzyıllarca önce de tartışılmış olan itikadî bir mevzu, bu tartışmada ‘sorunlu’ olarak niteleyebileceğimiz ikinci önemli mesele olarak bir kez daha arzıendam etmekteydi. 

Dilerseniz bu hususu bir örnekle tavzih edelim. 

Mesela, A şahsı, tabancasını çekip B şahsını vurmuş varsayalım.

Bu hadiseyi, akılcılığı öne çıkarmasıyla bilinen mutezile şöyle değerlendirir.

‘Eğer katil vurmasaydı maktul ölmeyecekti.’

Buna mukabil iradeyi külliyen yok sayan cebriye; ‘Vursaydı da vurmasaydı da ölürdü, zira vadesi dolmuştu.’ der.

Görüldüğü gibi taban tabana zıt iki farklı görüş ve tam bir spekülasyon ile karşı karşıyayız.

Her iki tarafın da iddiası imkân dâhilinde lakin gelin görün ki her iki taraf da iddiasını asla ispatlayamayacak bir durumda ve yüzyıllarca tartışılsa sadra şifa bir şey üretmek mümkün değil…

İşte, bizim, ifrat ve tefritten sıyrılıp itidali yakalamış olduğuna inandığımız ehlisünnet akaidi tam bu noktada devreye girer ve konu hakkındaki en isabetli ve en tutarlı yaklaşımı sergiler.      

Yaklaşım şudur: ‘Vurmasaydı ölür müydü yoksa ölmez miydi, biz bunu bilemeyiz. Bildiğimiz tek şey, biri diğerini vurdu ve ortada bir ölü var. Yapılması gereken, vaki olay üzerinden hüküm çıkarmaktır. Olmamış bir hadise üzerinden hüküm çıkarmak abestir; abesle iştigal ise caiz değildir.’

Ehlisünnet akidesinden aldığımız ilhamla dememiz o ki ‘Peygamber yaşasaydı’ önermesi, gerçekleşmesi asla mümkün olmayacak bir spekülasyondan ibarettir, abesle iştigaldir ve havanda su dövmekten daha anlamlı değildir.

Bu nedenle biz, Hz. Peygamber’in, sonuçlanması asla mümkün olmayacak bir tartışmaya konu edilmesine itiraz ediyor ve aksine davrananların bu tavrını yanlış bulduğumuzu ifade etmenin bir vecibe olduğuna inanıyoruz. 

Bir de şöyle bir şey var; ‘Hz. Peygamber bugün yaşıyor olsaydı’ önermesini getiren ve bunun üzerinden bir şeyler söyleyen kişi, bilerek ya da bilmeyerek kendi idrak kapasitesini, zekâsını, kalibresini, donanımını ve yetkinliğini, Hz. Peygamber’in davranışının üst noktası olarak koymaktadır kasten veya farkında olmadan. 

Yani kişi bu iddiayı getirip ardından ‘şöyle yahut böyle yapardı’ gibi bir yargıyı dillendirdiğinde, aslında Efendi’mizin (sav), herhangi bir hadiseye göstereceği tepkiyi kendi kavrayış kapasitesi ile sınırlamış olur. 

Böyle bir durumda kişi, asla ispat edemeyeceği bir hususta, tabir caiz ise Hz. Peygamber’i kendi arzusuna göre giyindirmiş yahut belli bir davranışa icbar etmiş olmaz mı?..

Hatta Peygamber’i kendi belirlemiş olduğu kalıplara mahkûm etmiş sayılmaz mı?

Bu, düşünmesi bile inanan insanların vicdanlarını kanatacak durum, hangi insafla telif edilir; doğrusu anlamak mümkün değildir…

Mevlid-i nebinin tedai ettirdiği bu husus vesilesiyle kandilinizi tebrik ediyorum.

Mübarek olsun…