Gelişen son hadiseler üzerine konuşuyorduk bir arkadaşla.

Her manada keşmekeşlikle kuşatılmış olmak canımızı çok sıkıyordu doğrusu.

Bizim yaşadığımız tüm kaos süreçlerini, yani son 40 yılın kabataslak bir muhasebesini yaptık bu can sıkan durum eşliğinde.

Şu soruyu sordu arkadaşım: ‘Sence ne kadarlık bir mesafe katedildi bunca zaman sonunda?..’

Tevcih edilen sual tabii ki, ‘İslamilik’ adına yaşandığı varsayılan gelişmeyle ilgiliydi…

Soruyu kendi nefis muhasebem addedip şöyle bir dönüp baktım geriye doğru…

Kendi çocukluğumdaki İslamiliğin hayata tatbiki ile günümüzdeki yaşananları mukayese ettim muhayyilemdeki o kısa süren yolculukta…

Zihnimde yaptığım birkaç dakikalık karşılaştırma, arada müthiş farklar olduğunu gösteriyordu doğrusu.

Mesela 50 yıl önce kıt kanaat yaşayan insanların infak kavrayışları ile günümüzdeki zengin sayılabilecek kimselerin infaka yaklaşımı arasındaki fark, kabil-i kıyas olmayacak kadar derindi.

Bir an için dehşetle irkildim bu mukayese akabinde… 

Bir yanda, evinde pişen bir tencere çorbanın; ‘göz hakkıdır’ denerek bir tabağını komşusuna gönderen, misafirine yattığı yatağı seren, son ekmeğini ikram eden, sobadaki köz hâline gelmiş ateşi mangala çekerek yakacağı olmayan yoksula ‘karınca kadarınca’ katkıda bulunan, hülasa saygıdeğer bir diğerkâmlıkla yokluğu paylaşan ve bütün bu zor şeraite rağmen hayata güvenle ve umutla bakan bir inanmışlar topluluğu…

Diğer yanda, yediği önünde yemediği ardında, her türlü konforu dibine kadar yaşamaya azmetmiş, buna mukabil komşusunun adını dahi bilmeyen, paylaşmayı külfet sayan ve kendi hayatını garanti (?) altına aldığı yetmezmiş gibi torunlarına da güvenli bir gelecek (?) hazırlama telaşındaki başka bir insan yığını vardı...

Aradaki fark gerçekten irkiltecek kadar dehşetliydi…

“Hani” dedim, ‘masalların başında bir giriş cümlesi vardır; ‘az gittik uz gittik, dere tepe düz gittik, sonra arkamıza dönüp baktık ki bir arpa boyu yol almışız!’ diye…

İşte kemiyet planında bu ifadedeki miktardan daha fazla olmayan bir mesafe katettik...

Keyfiyet planında ise ne yazık ki o günlere kıyasla çok gerilerdeyiz...

1960’lı yıllarda ‘irtica’ yaygarasıyla bu milletin ensesinde boza pişirenler, bugün oturdukları yerden bizlere nazar ederken bu gerçeği görmüyorlar mıdır sizce de?..

Aslında bu memlekette ‘irtica’nın bir günlüğüne bile olsa tehdit olmadığını bilmiyorlar mı sahi?

Bence bal gibi biliyorlar!

Tehdit ya da tehlike olarak niteledikleri kitlenin; İslamilik adına aslında herhangi bir talepte bulunmadıklarını, derdiyle dertlenecekleri bir kardeşlik zincirine bağlı olmadıklarını, borsayla yatıp dövizle kalktıklarını, hesaba kitaba gelmeyen netameli (!) işlerden bucak bucak kaçtıklarını, üniversitede okumayı, bir yerlerden mezun olmayı hayatın anlamı hâline getirdiklerini, ‘İslam’ın ‘İ’sini bile ağızlarına almaktan imtina ettiklerini, alametifarikaları olan hususiyetleri; bazan ‘teferruat’ nitelemesiyle kulak ardı ettiklerini ve bazan da ‘sen daha orada mısın?’ sorusuyla boşa çıkarttıklarını elbette ki bal gibi biliyorlar!

Biliyorlar bilmesine de yine de her vesile ile ‘irtica’, ‘gericilik’ vesaire gibi kavramlar üzerinden gâvurluk yapmaktan hususi bir haz alıyorlar galiba.

Buna mukabil muhataplarının envaiçeşit argümanla; ‘vallahi ve billahi sandığınız gibi değiliz’ demelerinden sadistçe zevk alıyorlar zahir...

Bu hesap bizi aşıyor doğrusu...

Tevekkül yorganını üzerinden atıp madde zırhını daha güvenli bulanları, maddi açıdan daha güçlü olanların saldığı dehşet kuşatıvermiş de kimsenin haberi yok.

Hayatı ne idüğü belirsiz bir beklentiler yumağına dönüştürenler, ucuz bir konfor mukabili bir ömür boyu sürecek korku, endişe ve huzursuzluk satın alıyorlar bile isteye…

Artık yanlış hesap Bağdat’tan da dönmüyor!

Zira Bağdat düşeli çok oldu!

Ne diyelim; ‘her hesap mucibincedir’ demekten başka…