Hızlı yaşam dayatması, dijital dönüşüm ve evde çalışma şekli yaygınlaştıkça yeme içme mekânları da hemen her yerde açılmaya, adrese teslim yemek servisi yaygınlaşmaya devam ediyor. İstanbul ve Ankara özelinde, büyük metropollerde çok sayıda yeme içme mekânı açılıyor. Bir anlamda sektörün büyüdüğünü söyleyebiliriz.

Şehir nüfusunun da önüne geçen bu yatırım artışı nereden kaynaklanıyor? Arz talep dengesini altüst eden bu kadar mekân neden açılıyor dersiniz?

Çok fazla kâr mı ediyorlar? Peki kifayetsizlik üzerine yapılan yatırımlar olabilir mi? Lokanta ve restoran yatırımları şehir efsanesinden mi ibaret? İnsanlar neden bu sektöre yatırım yapmak için akın ediyor?

Kolay kazanma hırsı deseniz, değil! Zira yeme içme mekânlarını işletmek, dünyanın en zor işlerinden…

İnsanları doyurmanın kutsiyeti var ama bunu bilerek mekân açabilen işletme sahibi bir elin parmaklarını geçmiyor!

Yeme içme mekânlarının, restoran ve kafelerin devasa kârlar kazandığını iddia edenler var.

Peki, öyleyse kafe ve restoranlar neden batıyor?

İşletme yöntemindeki yetersizlikler, girdi maliyetlerinin enflasyona bağlı olarak düzenli artış göstermesi, eğitimli çalışan eksikliği, doğru konumlandırma yapılamaması, satın alma istikrarsızlığı ve beceriksizliği gibi sebepler kepenk indirmeyi, yani batış sürecini etkileyen hatta hızlandıran unsurlar olarak öne çıkıyor. Ancak en önemli husus mekânın doğru konumlandırılamaması ve müşteri odaklı yönetilememesi diyebiliriz.

Türk mutfak kültüründe harika bir söz vardır; “Çıraklığını yapmadığın işin patronu olmayacaksın” der ustalar. Yani kuracağınız işin inceliklerini bilmek zorundasınız; başarmak istiyorsanız şehir efsanelerine göre değil, işin gerçekliğine göre planlama yapmalısınız. Satın alma, üretme, satma, ikram, yönetme gibi konuların en az yarısında tecrübeli olmalısınız. Sadece “kör cesaretle” yeme içme sektöründe başarılı olmak neredeyse imkânsız.

Bunun yanında farklı düşünebilme yeteneğiniz olmalı, hoşgörülü davranmayı becerebilmelisiniz; cömert ve hanedar yönünüzü ön plana çıkarmalısınız. Adil olmalısınız, şeffaf davranmalısınız, müşteriye değerli olduğunu hissettirmeli, sadakatini kazanmalısınız. Bunlar da diğer detaylar…

“Kader gayrete âşıktır” derler. Bu gerçekten yola çıkarak devamlı iyiyi aramalı, çok çalışmalı, başarmak için gayret göstermelisiniz.

Mekân bütüncül olarak hijyen kurallarına riayet etmeli, lezzetiniz misafirlerinize mide şenliği yaşatmalı, çalışanlarınız ise takım arkadaşlarına sonsuz güvenebilmeli…

Değilse “Hadi mekân açalım” diyerek çıktığınız bu hevesli yolculuk, lezzet serüveni kısa zamanda trajediye dönüşüverir.

Varlık içinde açlıktan ölüyoruz!

Dünyanın bir yanında israf var, diğer bir yanında ise açlık ve sefalet kol geziyor. İnsanlar varlık içinde yokluk çekiyor; hatta açlıktan ölüyorlar!

Bu acı gerçeği bizzat Birleşmiş Milletler itiraf ediyor. Birleşmiş Milletler Türkiye Koordinatörü Babatunde Ahonsi “varlık içinde yokluk çekilmesine” şu sözlerle isyan ediyor:

“Bolluk içindeki dünyamızda her 10 kişiden birinin düzenli olarak uzun süre aç uyuması utanç verici. Bu durum ciddi gıda güvensizliği olarak nitelendiriliyor”.

Adaletsizlik, israf, vurdumduymazlık, keyfiyetçilik… Medeni dünyada hepsi var. Öyle bir dünya inşa ettiler ki altta kalanın canı çıksın! Sonuç ortada!..

Merhum Necip Fazıl Kısakürek ünlü destan şiirinin dizelerinde bu durumu şöyle tarif ediyor:

Allah'ın on pulunu bekleyedursun on kul

Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul

Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa

Yaşasın, kefenimin kefili karaborsa!

Oysa dünya hepimize yeter de artar bile. Küresel şeytanların ayak oyunları engellense, şiddetli çatışmalar durdurulsa, derin kutuplaşmalar son bulsa, suçluların bedellerini masumlar ödemese, insanlık bölünme yerine dayanışma içinde olsa bu dünya hepimize yetecek. Kimseler de yatağına aç girmeyecek, çocuklar açlıktan ölmeyecek!

Bütün bu olumsuzluklardan korunmak, olası tehlikelerden kurtulmak için insanlığın uyum ve iş birliği içinde mücadele etmesi gerekiyor.

Ne mutlu insan kalabilenlere!..