Dünyayı kimin dilinden okuyoruz ya da medya, özgürlük vaadiyle kimi, kim için, ne kadar köleleştiriyor? Daha açık bir ifade ile idrak ve irademiz devre dışı kalınca kimler hesabına bir şeyler yapıp ediyoruz?

Medya olarak sınırları tanımlanamayan çağın en büyük ve muktedir gücü ve bu gücü kullanan görünmez elin organize ettiği algoritmalarla insanlar; coğrafi sınır idraki ve algısından, tarih ve gelenek bilgisinden, ilahi emirler dizgesinden bağımsız hükümran bir yol arkadaşı olarak hayatlarımızın en ücra noktalarına nüfuz etmekte, evlerimizin içerisinde farklı odalarda her birilerimizi bambaşka mecralarda fikir ve kavramsallaştırmadan uzak meselelerle meşgul ederek idraklerimizi iğfal edip iradelerimizi esir almaktadır.

Allah’ın, yaratılışın başlangıcında insan iradesine verdiği öneme binaen “Rabb’iniz değil miyim?” sorusuna verilen cevapla insanın irade ve idrak anlayışının ortaya konulduğunu tartışan öncü Müslüman filozoflardan Fârâbî’nin meseleyi ele alış biçimi üzerinden olayı bugünkü özgürlük (!) tartışmalarına getirmeye çalışacak olursak insanlığın ilerleme ve zihinsel köleliğe gönüllü eklemlenme sınırlarını da biraz anlayacağız.

Fârâbî, el-Medinetü’l-Fazıla isimli eserinde idrak meselesini, “İdraklerin en iyisi olan ihsas ile ve müdrik kuvvetlerin en iyisi olan duygularla idrak ettiğimiz içindir. O hâlde makulleri üstün bilgi ile bilip akleden [ve] onun âkil ve akıl olması, alîm ve ilim olması bir tek mana ifade eder. (…) Lezzetin, sevincin ve gıptanın çokluğu, mükemmel ve tam bir idrakle, en güzel en zarif ve en süslü şeyi idrak etmekle hasıl olur.”  şeklinde ortaya koyduktan sonra “İrade duyum, tahayyül ve düşünme yoluyla idrak ettiğimiz şeyleri isteyişimiz veya istemeyişimiz ve o şeyleri almak veya bırakmak hakkında verdiğimiz hükümdür.” diye tarif eder. Burada kullanılan ‘ihsas, makul, akletme, mana, duyum, tahayyül, düşünme, isteme-istememe, almak-bırakmak’ ifadelerinin her birini, kavram boyutunda düşünmek gerek. Kubbealtı Lügati, “idrak” kelimesine şu karşılıkları veriyor; “Anlama yeteneği, akıl erdirme, anlayış; olgunlaşma, kemâlini bulma; Bir şeyi anlamak, niteliğinin ne olduğunu kavramak, algılamak.” İslam Ansiklopedisi idrak ana başlığı altında “İdrak; farkına varma, tanıma, kavrama, tasavvur etme, bilme gibi zihnin çok çeşitli ve karmaşık faaliyetlerini ifade eden genel bir terimdir. Kelimenin Arapça kökü olan derk, ‘kavuşmak, yetişmek; olgunlaşmak, nihai sınırına ulaşmak; bir araya toplamak, fark etmek, anlamak ve bilmek’ gibi manalar taşımaktadır.” anlamlarına işaret eder.

Bugünün medyası, ekseriyetle meseleyi aktarırken kullanacakları argüman ve retorikler hususunda ortak bir anlayış ve kavramsal alt yapıya sahip değil. Meseleyi inançlar, değerler, ülke ve ülke insanının menfaatleri veya gereklilikleri üzerinden değil; uluslararası maksatlı, kontrollü ve yönlendirici tercüme kelimelerle yapmaya devam ediyor. Olaylar artık spiker, haber sunucusu ya da ‘ankhorman- anchorwoman’ tarafından değil; bir yerlerden tercüme edilmiş verilerle yorum yapan ve yoruma bizi ikna etmeye çalışan yorumcular tarafından sunuluyor. Yorumcu, olaylara bir çerçeve çizdikten sonra “bütün meseleleri, meselenin uzmanından daha iyi bildiği varsayılan ‘her şeyi bilen’ birkaç uzmana(!)” da onaylatarak takipçi, dinleyici ve seyircilerin zihnini karmakarışık hâle getirerek boşluğa bırakıyor.

Haber olarak aktarılan ve görünmesini istedikleri görüntü kullanılarak ekrana taşınan veriler; 24 saat kesintisiz olarak televizyon, internet ve anlık sosyal-sanal medyada verilmeye başlandığından itibaren haber değerini yitirdi. Haber-yorum olarak gündem, meşguliyet ve mankurt üretmeye yönelik aktarımlar, kimileri için de dikkate almaya değmez bir eğlence aracına dönüştü. Sınırları belirlenmiş ve algı üretmeye angaje olmuş kimi televizyon kanallarının bu anlayışla seyredildiğine tanıklık etmişliğiniz vardır. Bu anlayışla haberler artık sadece bir eğlence ve zaman geçirme lakırdısına dönüştü. Bu tespiti anlamak için İkinci Dünya Savaşı sırasında radyonun olduğu yerde toplanarak ‘ajans’ dinleyen insanların, meseleyi idrak ederek nasıl bir irade ortaya koyduklarını muhayyilenizde canlandırın. Sonra da naklen yayınlarla fosfor bombalarının bırakılarak gözlerimizin önünde soykırıma maruz kalan kadın ve çocuk ölümlerinin günümüz insanında bıraktığı tesiri düşünün. Kasap için kan akıtmak bir tedirginlik sebebi değil; zalimler için de soykırım yapmak ve yeryüzünde fesat çıkarmak! Canlı yayınlar yıkım ve ölümü normalleştiriyorsa ve algı alanımızda meseleyi kavramsallaştırarak anlamlı bir yere koymamızı ve tepki vermemizi engellemek üzere irademizi bloke ediyorsa burada bir sorun var. Yıllar önce Kant, “Algısız kavram boş, kavramsız algı kördür.” diye bir tespit yapar. Medyanın amacı insanı idrak etmeksizin anlam alanından kopuk, duyu düzeyinde gören, işiten varlıklar olarak güdülemek ve “Abi bak, gizli saklı hiçbir şey yok, her şey özgürce tartışılıyor.” dedirtmek.

Haber olarak seyrettiğimiz yorumlar, takip ettiğimiz sanal medya trollerinin bir duvar yazısı kadar bile ömrü olmayan algı üretmeye yönelik saçmalıkları ve sağlıklı iletişim imkânlarını ortadan kaldıran yazılı medya manşetleri, insanları idrak etmeden irade beyanında bulunmalarına zemin hazırlıyor. İnsanlar dayatılan, inandırılan, gösterilen ve öğretilenlerle taraf olarak konuşmaya başladıklarında hakikatten söz edemezler. Karşıtlık ve ötekileştirme üzerine kurgulanmış yorumlu habercilik ve veri paylaşımı, her geçen gün insanlar arasındaki ilişkiyi, diyaloğu, birbirini anlama imkânlarını ortadan kaldırıyor. Anlama ve kavrama yerine algıyı tercih eden yaygın kabul, politik çevreler başta olmak üzere iktidar-muhalefet ilişkilerinde, ekonomi konusunda, bölgedeki tek taraflı zulüm ve soykırım ile iç savaşlar konusunda hatta futbol konusunda bile aynı dili konuşmamıza mâni oluyor. Sanal medya ve haberlerden uzaklaşarak bir hafta boyunca her sabah ve akşam bir ayna karşısında kendinizle konuşabilir misiniz? Bu, ekran köleliğinden daha faydalı olacaktır. Konuşacak meseleniz yoksa bir şiir okuyun.