20. yüzyılın son çeyreğinde dijital medya, cep telefonları ve “akıllı” olarak adlandırılan telefonlarla tanıştık. Önceleri epeyce iri ve ağır olan cihazların, zamanla boyutları küçülürken ağırlıkları da azaldı. Piyasaya arz edilen son örnekler, “yapay zekâ destekli” teknoloji harikaları. Bu baş döndürücü gelişmeler, 60’lı yıllarda dünyaya gelen neslin tanıklık ettiği, genç nesil için de masalsı bir anlatı.

Bir zamanlar mektuplaşma ve bayramlarda kartpostal gönderme olayı vardı. 70’li yıllarda telefonla iletişim, ayrıcalıklı ve varlıklı ailelerin kullanabildikleri bir imkândı. Normal ve yıldırım kodlu iletişim tercihleriyle PTT ofislerinden karşı taraf aranır ve orada bulunan bir kulübeden konuşulurdu. Bir de telgraf diye isimlendirilen, karşılıklı mutabık kalınan işaretlerle sağlanan yazılı bir iletişim biçimi vardı. Meraklısı için söyleyelim, bir de teleks diye adlandırılan verileri şerit kâğıt olarak veren teleprinter/yazıcı (alıcı ve verici telgraf makinesi) olarak aktaran.

İş seyahatlerine çıkanlar, belirledikleri rotaya sadık kalarak yolculuk eder; o yolculuklarda uğranacak noktalara bırakılan notlar üzerinden iletişimde kalır, toparladıkları siparişleri merkezlerine ulaştırırlardı. Sonra hayatımıza, faks dedikleri teknolojik bir alet girdi. Yazdığınız mesaj kâğıt tarayıcısından geçirilince karşı taraf metni yazıldığı gibi alabiliyordu.  

Yukarıdaki hikâyelere tanıklık edenler, 70’li yılların genç nesliydi. Merhum Turgut Özal’ın iktidar olmasıyla Türkiye, dünya ile yeni bir sürece girdi. Çevirmeli telefonların yerini tuşlu telefonlar aldı. Elektronik ve teknolojik ürünler hayatımıza girdi. Enformasyon her şeydi artık; ajans dinleyen amcalar şaşkınlıkla renkli televizyon seyrediyor ve bunun nasıl olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Anlatılanların muhayyilede canlandırılması süreci tarih olmuştu. Sahiden hayat ve olup bitenler artık şeffaf mıydı?

Byung-Chul Han’dan özetle gönüllü mahkûmlar olarak kapatıldığımız Sanal Hapishane’nin Yankı Odası’nı anlamaya çalışalım. Han’a göre “Şeffaflık, enformasyon rejiminin görselleştirme politikasının adıdır. (…) Şeffaflığın buyruğu şudur: Her şey enformasyon olarak mevcut olmalıdır. Şeffaflık ve enformasyon, eş anlamlıdır. Enformasyon toplumu, şeffaflık toplumudur. Şeffaflık buyruğu uyarınca enformasyonlar serbestçe dolaşmalıdır. Gerçekten özgür olan insanlar değil, aksine enformasyonlardır (dolaşımına izin verilen ve servis edilen veriler). Enformasyon toplumunun paradoksu ise şudur: İnsanlar enformasyonların esiridir. İletişim kurup enformasyonlar üreterek kendi kendilerini zincirlerler. Dijital hapishane şeffaftır.”  Dijital egemenliğin yönetim merkezleri “fiilen enformasyonun acımasız tahakkümünün cisimleşmiş hâlidir (dünyanın en büyük elektronik üreticilerinden birinin ABD’deki ana mağazasının şeffaf olması, üzerine düşünülmesi gereken bir çelişkidir). Enformasyon rejimi, insanları tamamen şeffaf kılar. (…) Şeffaflık, görünürlükten kaçınan bir sürecin ön yüzüdür. Şeffaflığın kendisi şeffaf değildir. Arka yüzü vardır. Şeffaflığın makine dairesi karanlıktır. Algoritmik kara kutunun giderek artan gücüne, kendimizi bu şekilde teslim ediyoruz.” 

Kitabının bir bölümünden alıntıladığımız her cümleyi, tek tek burada analiz etme imkânımız yok. İlgilenenler için bir iki örnek vermeye çalışalım. ABD’nin Basra Körfezi ve Irak işgalini, tamamen ham petrole bulanmış karabatağın muhteşem ve hüzünlü bir klasik müzik eserinin sunumuyla ekranlarda günlerce gösterildiğini hatırlayacaklardır. Bu sahnede birilerine çevre kirliliği felaketi, insanlara ve insanlığa verdiği zarar ile savaşın acımasızlığı gösterilerek duygusallaştırılırken; Irak işgali ve bilinçaltı duyarlılığı uyarılan ve şartlandırılan insanlar için de Irak’ta tecavüz edilen kadınlar ve katledilen bir milyondan fazla Müslüman görünmez kılınıyordu.

Türkiye’de de geçtiğimiz aylarda sanal medya üzerinden yakın tarihlerde tanıklık ettiğimiz iki olayı, medya gerçekliği üzerinden hatırlayalım ve analiz etmeyi size bırakalım. Diyarbakır’da “Kuran Kursu dönüşü” katledilen kızımızın hikâyesi ile Tekirdağ’da masada alkol tüketen çift fotoğrafı eşliğinde “İstismar edilerek yoğun bakımda hayatını kaybeden kız çocuğu.” Medyanın argümanları kullanma ve kamuoyu oluşturma biçimi, “enformatik cehalet” grupları oluşturma bakımından ilginç bir tecrübeydi. 

  Son sözü 20. yüzyılın sosyolog düşünürü Jean Baudrillard’a bırakalım: "Sanal teknolojilerin gücünden, sanal gerçekliğin önüne geçilmez; yükselişinden başlayarak dünyanın yeni efendilerinin denetlenmesi olanaksız. Gücüne varıncaya kadar önümüze konulan tablo, çok büyük ölçüde medya kanalıyla zihinlerin nasıl uyuşturulduğunu göstermektedir. Ne var ki aynı medya çevreleri, kendi kendilerini de uyuşturmaktadırlar (böylece bütün süreç kıvrımlı olarak kendini beslemektedir)."