Suriye’den çekilme kararı alan Trump, “DAEŞ’i kötü bir şekilde yenilgiye uğrattık ve toprakları geri aldık” dedi. Bütün dünya da neredeyse bu açıklamaya odaklandı.
Peki, bu olaya bakışımız ve bu açıklamayla ilgili değerlendirmemiz nasıl olmalı? Odaklanmamız gereken yer açıklamanın kendisi mi olmalı yoksa bir an için açıklamayı susturup, geçmişte yaşanan gelişmeleri mi konuşturmak gerekir? Ya da ABD gerçekten bir “yenme” gerçekleştirdi mi? Çok daha can alıcı soru ise şu… ABD’nin yenmesi gereken bir DAEŞ var mıydı?
Yol haritamızı veren soruları sorduğumuza göre, kendimizce cevaplar aramaya başlayabiliriz. Evvela şunu belirtmeliyim ki ABD’nin açıklamalarından ziyade geride bıraktığımız süreçte yaşanan olaylara bakmak daha isabetli olacaktır. Bunun sebebi ise hakikati perdelemek üzere yapılan manipülatif konuşmalar diplomasinin merkezinde yer almasıdır. Çünkü biz, DAEŞ gibi bir yapının, kime ve ne için hizmet ettirildiğini artık çok iyi biliyoruz. Obama, “DAEŞ ile mücadele en az otuz yıl sürer” demişti 2014’te. Trump ise bu açıklamadan yaklaşık dört yıl sonra, “DAEŞ ile mücadelemizin bitmesine otuz gün var” dedi ve kısa bir süre sonra da “çekiliyoruz” açıklaması yaptı.
Bu elbette durup dururken olmadı. Türkiye önce Fırat Kalkanı sonra da Zeytin Dalı harekâtlarıyla DAEŞ’in gerçek yüzünü ifşa etti ve ABD’nin de foyasını açığa çıkardı. Bu harekâtlar elbette sadece bu başarıyı göstermedi. Uluslararası diplomasinin de zaferiyle askeri bir destan yazıldı adeta. Bu zaferler ABD’nin karizmasının endirekt yoldan çizilmesi anlamına da geliyor.
ABD’nin Suriye’de kaybettiğinin en açık delili bir süre önce bütün dışişlerinin görevden alınmasıydı. Bana göre ABD, Türkiye’nin yapmayı planladığı harekâtla ilgili kararlılığını gördüğü için endirekt yapılar üzerinden de olsa karizmasına yeni bir çizik eklemek istemiyor.
Ama “yenildi” de dedirtemeyeceği için işi bir “zafere(!)” bağlamak zorunda. Zira dünya jandarması için bu, diğer hegemonyal alanları için de bir nüfuz tehdidi anlamına gelecektir. ABD de bu güç sorgulatmasını kendi kendine yaptırmak istemiyor. Oysa Türkiye ile maşalar üzerinden de olsa yeniden bir “karşı karşıya gelme”nin bir maliyeti var…
Yaşanan bu sürecin elbette farklı bileşenleri de yok değil. ABD’nin iç siyasi çekişmelerinin ya da Trump ile ilgili skandallar serisinin de çok ciddi bir etkisi vardır yaşananlar üzerinde. Ve tabi birde işin mali boyutu… Ekonomik zorluklar yaşayan ve adeta bir borç batağında olan ABD’nin son dönemde “Ticaret Savaşları” ile bir “haraç” operasyonuna yöneldiği de aşikâr. Fakat bu zeminden bakıldığında Suriye operasyonu ABD için kendi maliyetlerini karşılayan bir süreç sergilemiyor. O sebeple de bizzat bu operasyonu kendi birlikleriyle yapmak yerine işi terör gruplarına havale etti.
Onlar da gereken “başarı”yı gösteremedi. Bu geri çekilme aslında ABD’nin “vekiller”ine de bir kez daha güvenemeyeceğini gösteriyor. Onlar üzerinden bir risk almanın faturasını da hesap ederek ama “yenilmedi” de dedirtmeden bir “nefes” arası vermek istiyor. Nefes arası diyorum çünkü ABD üzerindeki “süper güç” algısının getirdiği informel baskı onu mutlaka tekrardan ama başka formüllerle sahaya getirecektir. Nefes arası verirken de Türkiye’yi tamamen Rus ittifakına terk etmemek için de kendince bazı hediyeler sunmaya çalışıyor. FETÖ hamlesi, Patriot onayı vs…
Tarihsel gerçekler ve de siyaset felsefesinin sunduğu ileri perspektif bize bu gerçeği çok net gösterme kudretindedir. Kararlılığımızdan taviz vermeden yolumuza devam etmekten başka çaremiz yoktur artık. Gedikler açılmıştır. İlerletmek temkinli, kararlı, akıllı adımlara bağlıdır. Artık duygusallıklar eşiğinin geçildiği bir zemindeyiz. Mantık hatalarının kabul edilemez olduğu bir aşamanın gerekleri ne ise o yapılmalıdır…
“Yenildik” denmeden ifade edilen yenilgileri, hâl dilinden anlamak ve gereği ne ise onu yapmak iyi bir satranç zekâsı gerektiriyor… Hamlelere şuur verecek birikim ise tarihte bolca mevcuttur…