İsrail’in Lübnan’a düzenlediği saldırılar devam ederken Hizbullah ateşkes görüşmeleri için “ağabey” dediği Şii Emel örgütü lideri ve Lübnan Parlamentosu Başkanı Nebih Berri’ye müzakere yetkisi verdiğini açıkladı.
Bu arada örgütün ateşkes için Lübnan ve Gazze Şeridi dosyalarının ayrılmasını kabul ettiği, diğer bir ifadeyle İsrail ordusu Gazze Şeridi’ni hedef alan saldırılarını sürdürse de Lübnan’da ateşkese ve Filistinli direniş gruplarını kendi hâllerine terk etmeye hazır olduğu bilgisi medyaya yansıdı.
Örgüt, Litani Nehri’nin kuzeyine çekilmeyi dahi kabul ediyor.
Fakat İsrail bu koşullarda ateşkesi kabul etmiyor ve Hizbullah’ı tamamen silahsızlandırmak istiyor.
Daha da ötesi İsrail’in artık “Yahya es-Sinvar esirleri serbest bırakmadan Lübnan’da ateşkes olmayacak” demeye başladığı öne sürülüyor.
Netanyahu’nun amacı, ateşkes isteyen Hizbullah üzerinden Hamas’a baskı yapmak ve iki tarafı karşı karşıya getirmek olsa gerek.
İsrail Başbakanı geçen gün Lübnanlılara seslenerek “Lübnan’ı Gazze Şeridi’ndekine benzer bir yıkım ve acıyla sonuçlanacak uzun bir savaştan kurtarmak için bir fırsatınız var.” dedi.
İsrail’in örgüte ve lider kadrosuna vurduğu ağır darbeyi hatırlatarak Hizbullah’ın şu an en zayıf anında olduğunu söyledi.
Netanyahu’nun bu açıklaması Lübnan’da iç savaş çağrısından başka bir şey değil.
Amerikan Wall Street Journal (WSJ) gazetesine göre, Washington da Hizbullah’ın Lübnan siyaseti üzerindeki etkisini azaltmak istiyor ve koşulların bu amaca hizmet edecek bir cumhurbaşkanı seçimi için uygun olduğunu düşünüyor.
Gazze Şeridi sakinlerinin çoğu, “ülkelerini işgalden kurtarma” ortak hedefinde birleşen direniş gruplarına mensup kişilerin aileleri ya da yakınları.
Toplumsal fay hatlarının aktif olduğu Lübnan’da ise Hizbullah-İsrail çatışmasına ülkedeki birçok grup karşı çıkıyor.
Örgüt yandaşları arasında dahi İsrail ile savaşa girmenin Lübnan’ın yararına olmadığı ve İran’ın çıkarları için Lübnanlıların feda edildiği görüşünde olanlar var.
Hizbullah’ın tabanında daha düne kadar “Ey Nasrallah! Denize bile yürüsen arkandan geleceğiz.” diye slogan atanların çoğu İsrail’in ilk saldırısıyla birlikte soluğu Lübnan’ın iç bölgelerinde, Suriye’de ya da Irak’ta aldı.
Ayrıca Refik el-Hariri cinayetiyle suçlanan ve 7 Mayıs 2008’de Beyrut’u işgal ederek silahını Lübnanlıların üzerine çeviren örgüte diğer gruplardan zaten tepki vardı.
Hizbullah kendisine yönelik her türlü tepkiyi ve eleştiriyi silah gücü vasıtasıyla yaydığı korkuyla bastırıyor, devlet içinde dokunulmazlığa sahip paralel bir devlet gibi hareket ediyordu.
Ağustos 2020’de Beyrut Limanı’nda gerçekleşen ve 235 kişinin ölümüne, altı bin kişinin yaralanmasına, yaklaşık 300 bin kişinin de yerinden olmasına yol açan korkunç patlamaya Hizbullah’ın limanda depoladığı amonyum nitratın sebep olduğunu herkes biliyor.
Kurduğu vesayet sistemi sayesinde örgüt üyelerinin yolsuzluklarını örtbas eden Hizbullah, ülke ekonomisinin kötüye gitmesinden de sorumlu tutuluyor.
Suriye’ye müdahalesini hâlâ savunan örgüt Lübnan’da yaptıklarından da pişman olmuş değil.
Netanyahu Hizbullah’a duyulan tepkiyi kullanmak, örgüte karşı uzun süredir biriken ve güneyden kuzeye demografik hareketlilikle daha da artan öfkeyi tetiklemek istiyor.