İslamofobi konusu ne zaman gündeme gelse İslamofobi ile nasıl mücadele etmemiz gerektiği sorulur.
Verilen cevaplardan birisi de İslam’ın aslında bir barış dini olduğu ve kendimizi dünyaya anlatamadığımızdan dolayı İslam’ın yanlış anlaşıldığı iddiasıdır.
Hâlbuki her şeyden önce İslamofobi’nin temelinde siyasal bir tutum ve davranış bulunduğunu, arkasında bir hesap barındırdığını ve bir ırkçılık türü olduğunu bilmemiz lazım.
İslamofobi ile mücadele etmenin yöntemi kesinlikle “apolojetik” bir yaklaşıma sahip olmak değil. Yani “özür dilemeci” bir tavırdan vazgeçmemiz lazım.
“Biz kendimizi dünyaya anlatamıyoruz, Müslümanlar da zaten çok cahil, çok eğitimsiz. Biz aslında iyi insanlar olsak, iyi Müslümanlar olsak, ah kendimizi daha iyi anlatsak bunların hiçbiri başımıza gelmez”. Bu tamamen safiyane bir yaklaşım; bunu söylememiz gerekir.
Müslümanları hedef alan İslamofobi’nin Müslümanların realitesiyle bir alakası yok. Evet, İslam dünyasının tonla problemi var. Kadına şiddetten tutun da radikalleşmeye kadar birçok konuda problemimiz var.
Peki bütün bu şeytanlaştırmaya, düşmanlaştırmaya biz bunlardan dolayı mı maruz kalıyoruz diyorsanız kesinlikle hayır.
Çünkü İslam dünyası üzerinde bambaşka bir operasyon yürütülüyor. Aynı sorunlar başka toplumlarda da var ama bütün spotlar Müslümanların üzerinde. Neden?
Terörizm sadece Müslüman toplumlarda mı var? Hayır. Aşırı sağcılar da terör saldırıları yapıyorlar. Yeni Zelanda’yı hatırlayın. Yahudilerin, Budistlerin, Hinduların içinde de terör grupları var.
Jean Paul Sartre “Eğer Yahudi diye bir şey olmasaydı dahi antisemitler zihinlerinde bir Yahudi’yi inşa ederdi.” diyor.
Batı’daki inşa edilen İslam algısının Müslümanların gerçekliği ile bir ilgisi var mı?
Elimize kılıç alıp sokakta öldürmek için insan mı arıyoruz? Bu derece radikalleşmiş kaç insan tanıyorsunuz? İslamiyet’in kendisi de zaten orta yolda olmayı tavsiye eder.
Batı’da yaşayanlar, yurt dışına çıkmış olanlar bilir. İnsanlarla iletişime geçtiğiniz zaman size şunu derler; “Siz çok iyi insansınız, keşke bütün Müslümanlar sizin gibi olsa.”
Hâlbuki bütün Müslümanlar ya da Türkler benim gibi. Bu toplumun kahir ekseriyeti böyle. Çoğunluk radikalleşmiş olanlar gibi değil.
Bu açıdan baktığımız zaman özür dilemeci tavırdan kesinlikle vazgeçilmesi gerekiyor. Meselenin bir ırkçılık sorunu olduğunu anlamamız gerekiyor.
Batı’daki Müslümanlar açısından bununla mücadele etmenin yolu da söz konusu sorunu tespit etmek, raporlaştırmak, ortaya koymak ve bunu bir sivil haklar mücadelesi olarak yürütmektir.
Bu sorun bugünden yarına çözülecek bir mesele de değildir. ABD’de siyahilere yönelik yüzyıllardır süren bir ırkçılık var. Kölelikten başlayan bir ırkçılık, tutum ve davranış var. 1955’te siyahi bir kadın olan Rosa Parks’ın otobüste kendine ayrılan yere oturmayı reddettikten sonra başlayan sivil haklar mücadelesi bugün hâlâ devam ediyor.
Hatta siyahi bir Amerikan Başkanı bile seçilmiş olmasına rağmen hâlâ devam ediyor. ABD polisi siyahilere yönelik ırkçı şiddete devam ediyor. Sokakta insanlar siyah oldukları için şüpheli görülüp vuruluyor. Burası güya dünyada demokrasinin beşiği.
Dolayısıyla bu çok uzun vadeli bir mücadele. Bu ırkçılığın temelinde de bilinçli bir siyasi tercih ve tutum var.
Sonuçta İslamofobi’den bahsederken en temelde Batı’daki, sokaktaki insanların İslam’a ve Müslümanlara yönelik basit ön yargılarından bahsetmiyoruz. Bunlar mevcuttur, olabilir. Bizim de Türkiye’de, Türk toplumu olarak farklı etnik gruplara karşı, dinlere karşı ön yargılarımız vardır. Fakat bu bir devlet politikasına dönüşmemelidir. Devlet eliyle azınlıklara, dinî cemaatlere sistematik bir ayrımcılık uygulanması ciddi bir sorun teşkil eder. Temel problem bu aslında. Batı’da bu, elitler eliyle yürütülen bir ayrımcılık ve ırkçılık kampanyasıdır.
Sokaktaki Hans’ın Müslümanlara yönelik negatif bakış açısını kendinizi anlatarak ve tanıtarak yok edebilirsiniz ama devletlerin bu politikası kesinlikle Müslümanları ve İslamiyet’i tanımamaktan değil; tam tersi, çok iyi tanımalarından dolayı kaynaklanıyor.