Ekrem İmamoğlu’nun üniversite diploması meselesi, teknik ve hukuki tartışmaların ötesinde etik ve ahlaki açıdan daha ciddi bir sorun.

Hukuki süreçler nihayetinde mahkemeler tarafından sonuçlandırılacak olsa da bu konunun, siyasi ve ahlaki açıdan değerlendirilmesi gerekiyor.

İki dönemdir İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevini yürüten ve cumhurbaşkanı adaylığına hazırlanan bir siyasetçinin geçmişinin sorgulanması doğal bir süreçtir.

Özellikle de İmamoğlu’nun siyasi söylemlerinde sıkça vurguladığı “hak, hukuk, adalet ve liyakat” kavramları göz önüne alındığında, kendi eğitim geçmişinin bu ilkelerle ne kadar örtüştüğü sorusu meşru bir şekilde gündeme geliyor.

Ortaya çıkan bilgilere göre, 1988 yılında üniversite sınavlarında başarılı olamayan İmamoğlu, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde devlet tarafından tanınmayan bir üniversiteye kayıt yaptırmış.

Daha sonra ise şeffaf olmayan bir yöntemle ve adil olmayacak bir şekilde İstanbul Üniversitesi’ne yatay geçiş yapmış.

O dönemde İstanbul Üniversitesi’nin yüzde 1’lik dilimden öğrenci aldığı düşünüldüğünde, üniversite sınavlarında herhangi bir derece yapamayan bir öğrencinin bu şekilde geçiş yapması büyük bir soru işaretini ve adaletsizliği akla getiriyor.

Hukuki açıdan bu geçişin kurallara uygun olup olmadığı elbette incelenmelidir ancak daha önemli olan etik boyuttur.

Bu durum, üniversite sınavlarında başarı göstererek İstanbul Üniversitesi’ne girmeyi hak eden binlerce öğrencinin hakkının ihlal edildiğine işaret ediyor.

Türkiye’yi yönetmeye aday bir siyasetçinin, kendi akademik geçmişi konusunda adil bir süreçten geçip geçmediği meselesi, doğrudan onun yönetim anlayışıyla ilgili bir gösterge sunar.

Yatay geçiş imkânı birçok üniversitede var olsa da bunlar sıkı kurallara bağlı olarak gerçekleşir.

İstanbul Üniversitesi’nin bu dönemde yaptığı işlemler şeffaf ve adil değilse burada ciddi bir usulsüzlük ihtimali doğmaktadır.

Bu tartışma yalnızca İmamoğlu’nun bireysel geçmişiyle sınırlı değil; muhalefetin de yıllardır AK Parti’ye yönelttiği liyakat ve adalet eleştirilerinin ne kadar samimi olduğu konusunda soru işaretleri oluşturuyor.

Bugüne kadar inşaat sektörü ve müteahhitlik bağlantıları üzerinden iktidarı eleştiren bir muhalefetin, benzer geçmişe sahip bir figürü ve adil olmayan bir yatay geçişi sorgulamadan savunması, siyasi tutarlılık açısından çelişkili bir durum ortaya koyuyor.

Sonuç olarak, İmamoğlu’nun diploma meselesi sadece hukuki bir tartışma değil; aynı zamanda siyasi etik, şeffaflık ve adalet ilkeleri açısından da önemli bir sınav niteliğinde.

Hak, hukuk, adalet ve liyakat kavramlarını siyasi söyleminin merkezine koyan bir liderin, kendi hayatında bu ilkeleri ne kadar uyguladığı sorusu yalnızca kendisi için değil, Türkiye’nin siyasi geleceği açısından da kritik bir mesele olarak karşımızda duruyor.