Biraz nefeslen diye yazıyorum sana bunları kâri, biraz nefeslen ve dinle biraz kendini diye. Zira ihtiyacımız var buna. Hem de çok ihtiyacımız var. Sükuna ihtiyacımız var, dinlemeye ve dinlenmeye… Ben de sen gibiyim, sen de ben gibi. Hepimizin sinesini aynı ateş yakıyor, aynı toprağa meftunuz, aynı türküye ağlıyor, aynı duaya âmin diyoruz. Birbirimizi hiç görmesek de görmüş gibi, bilmiş gibi ve sanki bir yerlerden çıkıp da gelmiş gibi… Birbirimize benziyoruz. Dertlerimiz bir bizim. Ve o vakit bence kardeş oluyoruz. Benim itikadımca aynı Allah’a inanan ve aynı derde ağlayanlar aynı anadan doğmasalar ve aynı babadan olmasalar da kardeştirler. Hem bazen öyleleri ana-baba bir kardeşten daha fazla kardeştir, biliyorum. Ve ben haddimi aşıp da sana bir şeyler öğretmek için yazmıyorum bunları, ben hissettirmek istiyorum. Zira insan öğrendiğini unutur belki ama hissettiğini unutmaz. Öyle inanıyorum.
Bazen biraz soluklanıp da yeniden başlamak gerekir kâri. Düştüğün yerden yeniden kalkmak gerekir, yeni bir şeyler söylemek için belki de evvelden söylediklerini unutmak, canını misal ki ölüm acısıyla yakan yaraları ve yaralayanları yok saymak, olmamış gibi davranmak ve yeniden doğrulmak gerekir. Hani eskiler çok öfkelendikleri vakit abdest tazeleyip de öyle devam ederlermiş ya konuşmaya belki de onun gibi gönüllere abdest aldırmak gerekir. Zira bunca öfkeyi söndürmek için belki de sadece biraz su kafi gelir. Öyle çok biledik ki kılıçlarımızı birbirimize. Biri ismimizi söylese dahi sövdü zannediyoruz, tahammül denen efsunlu hali unutalı çok oldu ve belki de anlamını bile unuttuk “hüsn-ü zan” denen filin. Oysa kardeşlik hoş görmek değil mi biraz da? Öyle olmalı. Ve öyle. Belki de bunun için nimettir unutmak. Hataları, yanlışları kusurları görmemek için… Hem değil mi ki kusur gören kusurludur” denmiştir.O vakit şimdi biraz nefeslenmek ve ciğerlerimize yeniden taze bir nefes çekme vaktidir.
Daha evvel dedim sana, biliyorum ve ısrarla yine söylüyorum; biz ahir zaman çocuklarıyız. Gülden çok diken var bizim bahçemizde, günden çok gece var. Sırrın bulunduğu değil kaybolduğu vakitlerde geldik biz dünyaya. Etrafımızı bunca derdin sarmış olması belki de bu yüzden. ama bize ne oluyor ki bu kadar çabuk teslim oluyoruz? Orta yere çıkıp da “siz düşmansınız” diye ağzından salyalar saçarak haykıranların sözlerine inanıp da kardeşliğimizi niçin feda ediyoruz? Babannem “biz dünyadan gece geçtik, gündüzünü siz görüyorsunuz” diyordu. Rahmet olsun. Ama bence yanılıyordu. Onların geceleri dahi bizim gündüzümüzden aydındı bence. Zira masumdu onlar, mazlumdu, hatta çoğu vakit kimsesiz, aç… Ama asla ümitsiz değillerdi. Ve biliyorum her vakitte yaşayan kendi vaktinden şikâyetçidirama bizim vaktimizde olduğu kadar dünyaya meftun olmuş mudur insanlar, işte bunu kestiremiyorum.
Biz ahir zaman çocuklarıyız… Çok konuşur az şey söyleriz, birini sevdiğimiz vakit neredeyse kutsal sayar, sevmediğimizi insan bile saymayız. Hata görür, kusur bulur, ayıp ararız da kendimizde kusur bulmayız. Hem bunca dert varken etrafımızda, her yerde belki biraz da kusur bizimdir kâri. Hem değil mi ki kardeşlik, dostluk, yarenlik, kusur görmek değil de kusur örtmektir. O vakit kusur bulan kusurludur…