Evvela yukarıdaki leziz beyti şerh edeyim sana kâri. Gerçi sen mana vermişsindir lakin ben yine de adettendir deyip izaha gayret edeyim. Demiş ki üstad; altın ile terazide eşit gelse de demir, ağırlıkta eşit olmasıyla kıymette eşit olması aynı değildir.
Âdemoğlunun da bir kıymeti, değeri vardır; bilirsin. Ama zor olan şu ki bu kıymet ne ile tartılacak? İnsanın kıymeti ne ile ölçülür ki? Yahut ölçmek icap eder mi bu söylediğimi? Ya da bu kıymeti ölçmeye muktedir olacak bir terazi bulunabilir mi âlemde? Ne zor sorular bunlar! Allah’ım nimet diye verdiğin aklıma nereden geliyor bunca sual?! Kendi sorularıma verecek cevap bulamıyorum; acizim!
Bazı insanlar vardır ey kâri aşağıların daha aşağısındadır (esfel-i safilin) mekânları lakin öyle büyümüştür ki gözümüzde onlar, makamları değilse de mekânları o denli yükseklere çıkmıştır ki taaccüp edersin. Onların dünyalık mekânları baş gözünde büyüdükçe senin fikrin dahi hayret makamına varır. Amiyane bir tabirle üç kuruş etmeyecek metaa beş kuruş verirsin. Ve hatta alıcısı öyle çoktur ki bu bikıymet metaın. Ama bilemezsin. Bunun aksi surette de bazı canlar da vardır ki dünya ölçüsüyle mekânları bir arşın kadar etmezken makamları tahayyülüne dahi sığmayacak, sığamayacak kadar yücedir.(Eşref-i mahlûkat) Lakin bu söylediklerimin de alıcısı yoktur pazarda. Zira onlar canlar pazarında can satarlar da yine de alan bulunmaz. Hatırlayalım diler misin Yunus’un can delen şiirini;
Aşkın pazarında canlar satılır
Satarım canımı alan bulunmaz
Onu dahi bilemezsin. Bilememek hem güzel hem zor… Güzel, zira bilmek acı veriyor; zor, zira bilmediğini anlayamıyorsun. Makam ile mekân arasında dönüp duruyor işte insan. Bu böyle bir hal… Kimi hak ettiği makamında kurulmuş oturuyor kimi mekânının aczinin farkında değil o mekânı makam sanıyor. Kanaatimce makam hak etmenin yanında ve belki de daha ziyade nasip işi. Ha şunu da söyleyeyim makam dediğim vakit dünya makamı sanma söylediğimi. Zannın yanıltmasın seni. Ben insanın şerefli yaratılmış olmaklığından, insanlık makamından bahsediyorum sana. Daha evvel söylenmiş bir sözle; Hz. İnsan’dan bahsediyorum.
Anladığını biliyorum sana söylediklerimi. Sen anlamazsan kimse anlamaz ki… Söylüyorum zira ateşi var içimde söylenmemiş sözlerin. Makamına toz olmayı dilediklerim var, bunun aksine ismini işitince gerisin geri gitmek istediklerim de var. Ateş var kâri ateş, kelimelerim söylenmemişliklerine yanıyor. Ve bir yerde ağlıyor ben susunca peri-i ilham. Ve işte böyle vakitlerde sükût edemiyorum.
Bir de şu var can kâri; ne vakit makamdan bahsedecek olsam hep elleri toprak, gözleri yaş kokan ve hatta Anadolu’nun bilmem hangi köyünde tırpan sallarken alnından akan terler türaba bulanmış bir köylü simasıyla Yunus gelir aklıma. Zira o ne safiyetini, ne samimiyetini, ne de teslimiyetini yitirmiştir vaktimizin sıklette ağır bahada hafif insanları gibi.
Samimiyet kâri, samimiyet. Kaybettiğimiz en kıymetli sırrımız bizim. Ben bu yitiğimizi çoğu vakit Yunus’un aşk kokan şiirlerinde çekiyorum genzime. Ve belki de onun dilinden dökülmemiş olsa bile ben onun sözüdür diye inanıp şöyle diyorum çoğu vakit;
Edebim el vermez edebi elden gidene
Susmak en güzel cevap edepsizlik edene…