Cânım kâri, hayret de hayattan bir şubedir. Ve belki de yaşamın kendisi dahi hayret edilecek bir haldir. Yani yaşamak hayret etmektir. Ve babaannemin de dediği gibi “yaşa ki ne göresin” yani o kadar hayret verici yaşamak denen bu hal. Lakin o denli de çabuk ve kolay alışıyor insan bu hayret-engiz hale. Hem de öyle alışıyor ki sanki hep varmış ve hep oradaymış gibi. Yani hani şu son elli senede dünya bambaşka bir yer oldu ya, hatta şöyle söyleyeyim de daha gerçekçi olsun, hatırlayabildiğim kadar eskisini söyleyeyim ben, yirmi sene olsun. Yirmi senede değişenleri düşünmek dahi açıkçası hayretten çok daha fazlasına gerektiriyor. Hem de çok fazla. Gelişiyor ya da ilerliyor muyuz? Açıkçası bu soruya çok net bir cevap veremiyorum ben. Zira ilerledik ya da geliştik derken bilmem kaç asır öncesinden daha geriye gitmişiz gibi gelmiyor da değil bana. Yani açıkçası kendi kendime de soruyorum bazı vakitler, bunca teknik, bunca terakki, teknoloji bize iyi mi geldi ya da bize bunca kolaylık sunarken bİzden neleri aldı? Hayret, gerçekten yaşamının büyük bir kısmı hayret.

Beni bu denli hayrete düşüren sadece iyi manadaki değişiklikler değil. Kötü olanları da var. Hem de çok kötü olanları, ilerleyerek değil gerileyerek, kötüleşerek hayret ettirenler de var. Mesela dünya güzel yer ama ah şu zalim, gaddar ve insafız insanlar olmasa. İşte onlar belki de hepimizi bu hale sokanlar, canımızı bu denli yakanlar ve vicdanımızı sızlatanlar. Ve kötü her yerde kötü oluyor. Ben de hayret ediyorum işte buna. İçinde vicdan olmayan insanların var olabilme ihtimalini bile kabul edemiyorken ben böyle bir dünyada yaşıyor olmaya nasıl hayret etmem ki!

Cânım kâri, yaşamak hayret etmektir biraz da hatta çokça hayret etmektir. İnsanın sonsuz arzusunu, istediğini ve şehvet kermesine varmış kan ve zulüm sarhoşluğunu anlamak ya da anlamlandırmak çok da mümkün gelmiyor bana. Ve hayret ediyorum.

Her gün yeni yeni olaylar ve her an yeni bir dert sinemize oturuyor. Dünya bir başka yer oluyor gözümüzde. “Ne değer?” diye düşünüyorum ben. Bunca acıya, bunca kana, bunca ölüme ne değer? İnsan neden ve ne için bu kadar vazgeçer insanlığından ki? Yaşamak bu mu demek acaba? Ya da koskoca dünyada bunca mal, bunca para, bunca ev, bunca yemek varken nasıl olur da bunca fakir, bunca aç, bunca evsiz ve bunca kimsesiz olur diyorum. Bölünemez miydik mesela? Bunca zulüm olmasa bu kadar ölüm olmasa yaşayamaz mıydık yani?

Sanki her iyi şey bizden çıkmış gibi davranıyorum bazen, biliyorum ama ne yapayım ki yine sözü en orta yerden söylemiş Bizim Yunus: bölüşürsek tok oluruz, bölünürsek yok oluruz. Sözü sadece bizim için, bize özel olarak algılamazsam eğer dünya neden bunca bölünüyor ve neden bunca ölüyor ve öldürülüyor daha kolay anlıyorum. Zira kimse bir parçasını bir başkasına vermek istemiyor, vermiyor da zaten. Her şey olup bittikten sonra yardım ediyorlar. Hayır, öyle olmamalı. Bence esas olan yardımlaşmak değil paylaşmaktır ve gerekse yardım değil paylaşmak kullanılmalıdır. Her şeye ve herkese yetebilecek ve gerçek manada kimseye asla kalmamış, kalmayacak ve kalması da mümkün olmayan bir dünya nasıl oluyor da hepimize, herkese yetemiyor hayret ediyorum. Ve tabii ki biliyorum bu söylediklerimin duygusal sözler olduğunu, gerçeğin ve dünyanın insanları zehirlediğini ve zehirlenmiş insanların dünyayı da zehirlediğini çok iyi biliyorum. Ama ben idealimden, hayalimden bahsediyorum.

Aslında çoğu zaman bu kadar acının ve bu kadar sessiz kalmışlığın, ölümlere ve zulme bu kadar bigâne tavrın karşısında sadece bizim ses çıkarıyor olmamıza da evvela hayret ediyor ama çokça da şükrediyorum.

Yani, bunca ahvalin içinde sinemize imanı koyan, bir vatan, bir toprak ve bir bayrak altında onuruyla, şerefiyle ve namusuyla yaşamayı, diklenmeden dik durmayı, Hakk’ın yanında olmayı, zalimin karşısına çıkıp hesap sormayı ve mazlumun elinden tutmayı, gözümüzde halen dahi var olan merhamet yaşı ile mazlum bir çocuğa ağlamayı, yeniden ensar olmayı, hainlere karşı bir, beraber ve kardeş olmayı, vatan diye bir sevdayı gönülde taşımayı, şerefiyle yalnız ve kimsesiz bırakılıp bazen ama kimsesiz bırakılmışlara da kimse olmayı nasip eden Allah’a şükürler olsun…