Dünyayı açlık tehdidiyle korkut. Korkan ve sinen çaresiz insanların elindeki doğal kaynakları sömür. Çaldığın doğal besinlerin genleriyle oyna, biri bine çevir ve çaresiz bıraktığın toplumlara “umut” diye pazarla…

Küresel egemenlerin sömürge çarkları, işte bu şekilde dönüyor…

Ancak iş pazarlamayla sınırlı değil tabii ki… Onlara göre bu ürünlerin kullanımı, devamlılık arzetmeli. GDO katkılı sözde gıdaların tüketimi sürdürülebilir olmalı!

Bunun için ne yapıyorlar dersiniz?

Toplumları dönüştürmek için eğlenceden kültür sanata, eğitimden modaya, beslenmeden spora kadar hayatın hemen her alanında varlar. Sosyal sorumluluk destekleri, sponsorluklar, bağışlar, açık reklamlar, örtülü reklamlar… Mutfaklarımıza ve midelerimize girebilmek için her imkânı kullanıyorlar. Beyinlerimizi işgal edebilmek için gıda görünümlü her bir kurşunu hayli verimli kullanıyorlar!

Sonrası!..Aşılamayan sağlık sorunları, artan bağımlılıklar, aşı dayatmaları, özgüven seansları, hipnoz edilmiş gençlik, zihin okuma denemeleri… Liste uzayıp gidiyor.

Küresel egemenler için bütün bu olumsuzluklar yeni fırsatlar, yeni yatırım araçları demektir.

Yeni sağlık yatırımları, ilave branşlar, ilaç endüstrisinin insanlığı ahtapot gibi sarıp sarmalaması… Hepsi onlar için yeni kazanç kapıları.

Transgenik diye tabir edilen genetik yapısı değiştirilmiş bitkilerin, ticari olarak ekimine başlandığı tarihten günümüze kadar geçen yaklaşık 30 yıllık sürede, ekim alanları 130 milyon hektarı aşmış durumda.Bu arazilerde ekilip hasadı yapılan bitkilerin büyük bir bölümü, doğrudan insan ve hayvan gıdası olarak kullanılmakta. Maalesef soya ve mısır, tamamen kontrolleri altına girmiş durumda!

Gerekçe nedir? Fayda! İnsanlık için daha faydalı, daha verimli gıdalar üretmek.Yersen!

Besin kalitesini artırmak, toksik bileşiklerin azaltılması, alerjinin önüne geçilmesi, pestisit izinin silinmesi gibi trajikomik sebeplerle çıkılan GDO’lu gıda üretme macerası, insanlığın sonunu getirmek üzere.

Fayda diye pazarladıkları ne varsa insanlığın aleyhine gelişti. Hastalıklar kat kat arttı. Salgınlar bitmiyor!

Tohumları kısırlaştırdılar. Doğası gereği kısır tohumdan elde edilen gıdaları tüketen insanların da kısırlaşması kadar doğal bir süreç yoktur!

GDO’lu gıdalar, can yakmaya devam ediyor. Aklıselim hekimlerin tespitlerine göre, beslenme kaynaklı hastalıkların sayısı giderek artıyor. Kısırlık, salgın boyutlarına ulaştı. Yenidoğan bebeklerin kuvözde kalma süreleri hayli uzun. Diyabet ve hipertansiyon gibi hastalıklar, yenidoğan bebeklere kadar ilerledi.

Artan kalp damar rahatsızlıkları, gizemli SMA yakarışları, köşebaşı karşılaştığımız diyaliz merkezleri…Yenidoğan bebeklerde otist oranı ürkütücü. Hatta bazı hekimler, her doğan çocuğun otist olma ihtimalinden bahsediyor.

Bütün bunların sebebi neymiş?Beslenme! Evet, “Ne yerseniz osunuz.” diye boşuna yıllardır dil dökmüyoruz!Durumun vahameti ortada.

Bu saldırılardan korunmanın hiçbir yolu yok mu?

Olmaz mı! Elbette var! Önce nefsine hâkim olmayı öğreneceksin. Sonra da devlet-millet işbirliğiyle mücadeleye başlayacaksın. Sahaya hâkim olacaksın, radikal adımlar atacaksın, gerekirse bedel ödeyeceksin. Çanakkale ruhu ile millî mücadele ruhu ile savaşacaksın. Mevzubahis memleketimiz, sağlığımız, geleceğimiz, gençlerimiz…

Transgenik ürünlerin, alerji, toksisite, kanser riskinde artış, antibiyotiğe dayanıklı mikroorganizma oluşumu, besin kalitesinde bozulma gibi sağlık risklerinin yanında; ekolojik dengenin bozulması, çevre kirliliği, fauna, flora ve mikroorganizmalarda değişim gibi çevresel olumsuzlukların önüne geçilmeli. Ayrıca pahalılık, tek tip çeşit gıda üretimi, aşırı ilaç kullanımı, tohumların her yıl yenilenmesi, çeşit karışımı gibi sosyoekonomik olumsuzlukları göz ardı edilmemeli.

Peki biz bu sarmaldan nasıl kurtulacağız?Tüketmeyerek... Ne yediğimizi bilerek, sorgulayarak, birlikte hareket ederek, bilgiyi tabana yayarak kurtuluş mücadelesini başlatabiliriz.

Devletimiz adalet terazisinden şaşmadan hüküm vermeli, tüketici sağlığını korumak adına yasal düzenlemeler yapmalı. GDO konusunu (velev ki hayvan yemi dahi olsa) kökten yasaklayarak bu belayı başımızdan defetmeli.

Bakın, Avrupa Birliği ülkeleri uyandı. Birçok Avrupa ülkesi,geri dönüşü olmayan zarar verme gerçekliği nedeniylebiyoteknolojik ürünlerin kullanımına sınırlama getirmekte.

Bizde neden olmasın!