Tarımsal üretimden temel gıda ürünlerine kadar geniş bir yelpazede, açık ve gizli zamlar hız kesmiyor. Her şeye rağmen fahiş fiyat uygulaması devam ediyor…

Piyasalar, kalıcı ve istikrarlı fiyat politikasına muhtaç!

Açıkçası yapılan açıklamalar, uyarılar pek dikkate alınmıyor.

Tüketici bilinci savrulmuş vaziyette!

Tüketici satın almama gibi bir silahı kullanmıyor, tercih yaptırımını nedense devreye sokmuyor!

Tarımda saha hâkimiyeti, tüccar diye nam salan fırsatçı simsarlarda.

Bir de tarla ile tezgâh arasındaki makas var. Üretici ve tüketici açısından ağzı gittikçe açılan kör makas, kontrol altına alınmazsa çok fazla can yakacak!

Örneğin limon. Alıcısı yok diye dalında çürümeye terkedildi. Bugün, tüketici 80 liraya limon satın almak zorunda bırakıldı.

Şimdilerde soğan ve sivri biberde de aynı oyun sahneleniyor.

Erkenden uyarıyorum! Yakın gelecekte soğan kriziyle yüzleşebiliriz. Zira geçmiş yıllarda aynı oyun yine sahnelenmiş, patates soğan üzerinden bir sürü patırtı çıkarılmıştı.

Soru şu:

Biz neden aynı yerimizden ikinci hatta üçüncü kez ısırılıyoruz? Bu ısırıkların sahipleri, bizi zehirleme cesaretini nereden alıyor?

Sorun, savrulmuşluktan kaynaklanıyor! Soruna bütüncül yaklaşamamak, köklü ve kalıcı çözüm üretememek…

İşte, sorunun kaynağı bu!

Kimse kusura bakmasın!

Bakın biz tedbir, rehberlik ve denetim mekanizmasını bir türlü anlayamadık!

Parmak sallamakla kimseyi ürkütemiyoruz, ceza yazmakla da terbiye edemiyoruz. Hem üreticimiz hem de tüketicimiz ciddi bedeller ödüyor. İşin daha tehlikeli olanı ise piyasada güven duygusunun her geçen gün azalması.

Testi kırılmadan önce tedbir almayı beceremedik. Testi kırıldıktan sonra isterseniz muhatabınızın pestilini çıkartın. Bir faydası olmayacak, olmuyor da!

Ramazan ayında, kırmızı et konusu köpürtüldü. Piknik sezonu açılırken beyaz et uçtu. Bir söylenti, piyasanın altını üstüne getiriyor.

Devlet dengeleyici olacak, koruyucu davranacak; kısa ve orta vadede hem üretici hem de tüketici zarar etmesin diye rehberlik yapacak, kooperatifleşmeyi tabana yayacak, hakem olacak. Sıkı denetimlerle de kurduğu bu sistemin işlerliğini sağlayacak.

Bu sistem oturtulursa üretici devletine güvenir, tüketicide piyasa güveni oluşur, simsarlar vatandaşı tokatlamaya cesaret edemez.

Mesela bal…

Türkiye Arıcılar Birliği verilerine göre, 2024 yılında bir kilogram balın maliyeti 268 lira olarak açıklandı.

Peki ya pazarda durum nasıl?

Hemen söyleyeyim. 26 kilogramlık tenekelerde süzme bal, tüccar kılıklı simsarlar tarafından 2000 liraya alınıyor.

Yani maliyetinin yaklaşık dörtte bir fiyatına, arıcı balını satmaya mecbur bırakılıyor!

Neden mecbur diyorum?

Çünkü alım garantisi yok, kooperatifleşme yok, desteklemeler plansız ve yetersiz!

Eee…

Bir de birikmiş piyasa borcu, kredi borçları varsa durum iyice karmaşık hâle geliyor. Ve arıcının nazı, balına geçiyor; acı zulüm satıp yarasına merhem olmaya çalışıyor.

Peki, böyle bir uygulama, bir yılın çilesini çeken insanlara reva mı?

Kesinlikle hayır? İnsanlar hak ettiklerini kazanabilmeli. Ki bir sonraki yıl aynı işi yapabilsin, memleketi için üretmeye devam edebilsin.

İster üretici olsun isterse tüketici olsun. Hiç fark etmiyor. Herkes hak ettiği bedeli kazanmalı, harcama yapacağı ürüne hakkını ödeyebilmeli. Fazlası milletin ayarlarını bozar, bozuyor da!

Hep söylüyorum; bu ülkede ürün yetersizliği yok, hemen her kalemde kendi kendine yetecek ürün varlığı da potansiyeli de mevcut. Peki eksik olan ne? Koordinasyon eksikliği var, otorite sıkıntısı yaşanıyor.

Maliyeti 10 lira olan bir ürün, “serbest piyasa” hikâyesiyle eğer tezgâhta 100 liraya satılıyorsa burada adalet duygusundan, güvenden, otoriteden bahsetmeniz çok zor!

Adına ister fırsatçılık deyin, ister fahiş fiyat!

Neticede ülke olarak kaybediyoruz!