Her vakit şöyle bir hayal düşüyor içime benim. Ne zaman kendimi bir şeyler yazmak için hayal ediyor halde bulsam hep bozkırın orta yerinde tek başına kalmış bir ağacın gölgesinde ve güneşin henüz doğduğu bir seher vaktinde atını o ağacın kalınca gövdesine bağlamış ve dizlerini kırmış oturan, cübbesini yele gönlünü her şeyin Sahibine ve sırrını uzak bir hayale vermiş bir derviş düşüyor gözlerimin önüne.

Hep uzakları hayal eden bir derviş, uzak sadece mekanla tarif edilecek bir uzak değil, zamandan da uzakta. Asırlar sonrasında ve çok uzak topraklarda yaşayacak olanların derdini dert bilmiş bir dervişten bahsediyorum. Derdi kendinden büyük, hayali hududun ötesinde bir dervişten.

Daha evvel “inanan insanlar dünyayı değiştirir” diye yazdığını hatırlıyorum. Ve şimdi de muhtemelen bundan sonra da bu cümleyi inanarak yazacağım. Zira bu bahsettiğim gibi olan adamlar asırlar evvel yollara düşen bozkırlardan çıkıp da güneşin battığı yerlere kadar gitmek için dert çeken erenlerdi. Dertleri Allah’ın ismini uzak diyarlar kadar götürmek Hz. Peygamber’in bir muştusuna bütün bir ömrünü tüketmekti. İnanmıştılar ve yollara düştüler. Aşığa yol mu dayanır? Düşünmediler, yollara düştüler. Ölmediler, şehit düştüler. Öldürmediler, ölüyü dirilttiler.

Uzak diyarlardan atlanıp da gönül pusulasıyla yol bulan ecdat konak konak ve durak durak bir hakikati her bir yandaki gönüllere ulaştırmak için düşmüşlerdi yollara. Biz her ne kadar bir tarih diye okuyor olsak da onların bu gönül seferini aslında onların yaptıkları sefer ve gittikleri bu yol, içlerine düştükleri ve sinelerine düşürdükleri dert tarih denen her bir şeyden daha fazla ve daha mukaddesti aslında.

Her vakit “Acaba anlattığınız, yazdığınız, kitaplarınızda bahsettiğiniz adamlar bugün de var mı? Yaşıyorlar mı? Ya da onları yetiştiren insanlar, onların yetiştirildikleri dergahlar halen dahi bulunur mu?” diye soranlar oluyor. El cevap, elbette öyle adamlar vardır ve onları yetiştirenler de bulunur. Böyle cevap veriyorum soranlara. Ve biz bilmiyoruz, görmüyoruz, göremiyoruz diye bir şeyler yok anlamına da gelmiyor diye ekliyorum sonuna. Ya biz doğru yere bakmıyoruz ya da bakıyor ama göremiyoruz.

Bu topraklar bir dava, mukaddes bir dava uğruna yola düşen adamların her bir yanına gül bahçesi gibi açtıkları dergahların olduğu yerler. Gönüllerini buralara serptiler ve gönül alıp da gönül verdiler. “Nerede bir evliya kabri varsa orası bir Türk toprağıdır” denmesi boşuna değildir yani. Hangi şehrine, hangi semtine ve hatta hangi köyüne gitseniz orada hamuşana karışmış bir dervişin kabrini bulursunuz elbette. ve bence her şehrin bir dervişi vardır. Ve o şehrin de esas sahibi onlardır.

Tam da bu bahiste bir yerden bahsedeyim size; Arifan Külliyesinden… Sivas’ta ve say ki yine bozkırın ortasından o çok uzak diyarlardan atlanıp da bir hayal uğruna yollara düşen dervişlerden, alperenlerden tevarüs aldıkları sırrı tohum gibi gönüllere ekmeye devam edenlerin olduğu bir yerden… “Hâlâ böyle insanlar var mı?” diye soranlar için özellikle ve bile isteye söylüyorum ki; var. Anadolu’nun her yanında olduğu gibi şimdi de ve bundan sonra da bu davaya sahip çıkan ve sahip çıkacak olanları yetiştirenler var çok şükür.

Var olsunlar…