Cumhurbaşkanı Erdoğan 23-24 Temmuz tarihlerinde Körfez turuna çıkarak önce Suudi Arabistan’ı, ardından Kuveyt’i ve son olarak da Katar’ı ziyaret edecek.

Ziyaretlerin amacı bu ülkelerle ikili ilişkileri ele almak olduğu kadar Körfez’de yaşanan krize çözüm aramak olacak.

Türkiye’de Cumhurbaşkanı’nın bu ziyaretlerinin başarılı olacağı ve krizi çözeceği yönünde aşırı iyimser bir hava var.

Ben şahsen bu iyimserliğe katılmıyorum.

Çünkü şartlar ve tarafların yaklaşımı tam tersini söylüyor.

Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri başlattıkları krizi sonuna kadar sürdürmekte kararlı.

Amerika’nın baskısıyla birtakım taleplerinden vazgeçmiş görünseler de Katar’a yönelik kinleri ve nefretleri dinmiş değil.

İçlerindeki öfke ateşi kolay kolay da sönmez.

Krizin başından bu yana yaşananların kısa sürede unutulması imkânsız.

Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn’de halkın yönetimlere yakın kesimi Katar’ı “en büyük düşman” olarak görüyor.

Örneğin bir Suudi Arabistan vatandaşı Twitter hesabında, “Bir ilahın varlığından şüphe edilebilir fakat Katar’ın teröre destek veren ülke olduğundan şüphe edilemez” yazabiliyor.

Bir başkası, Mescid-i Aksa’ya destek için gerçekleştirilen televizyon programına bağlanarak, “Katar ve Hamas Mescid-i Aksa’ya destek çağrısı yaptığı sürece kesinlikle Mescid-i Aksa’ya destek vermeyeceğiz” diyor.

“Bunlar üç beş kendini bilmez ve asla Suudi Arabistan halkını temsil etmezler” diyebilirsiniz.

Haklısınız.

Suudi Arabistan halkının büyük bir bölümünün Katar’a yapılanları onaylamadığını ve her Müslüman gibi kalplerinin Mescid-i Aksa için attığını söyleyebiliriz.

Fakat yukarıdaki söylemin devlet tarafından desteklenen ve Suudi Arabistan medyası tarafından günlerdir pompalanan kara propagandanın eseri olduğunu da göz ardı edemeyiz.

Ayrıca şu gerçeği de unutmamak gerekiyor:

Katar’la ilişkilerini kesen ülkeler Türkiye’yi tarafsız olarak görmüyor.

Tam tersine, oyunlarını bozduğu için Türkiye’ye öfkeliler.

Ankara’dan -kendilerinin safında yer almasa da- krize müdahale etmemesini ve Katar’a uygulanan baskılara seyirci kalmasını bekliyorlar.

Erdoğan’ın Suudi Arabistan ziyaretinde de muhtemelen bu taleplerini yineleyecekler.

Türkiye’nin karşısında samimiyetini ve iyi niyetli yaklaşımını anlayabilecek aklı başında bir muhatap yok.

Tek dileğim Suudi Arabistan ziyareti sırasında Cumhurbaşkanı’na ve ülkemize yönelik herhangi bir aşağılama yaşanmaması.

Çünkü kendilerince bir şekilde Türkiye’ye mesaj vermeye kalkışabilirler.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun geçen ayki ziyareti sırasında TRT World muhabirlerinin gözaltına alındığı unutulmamalı.

Katar’la ilişkilerini kesen ülkeler geri adım atmaya mecbur kalsalar ve krizi sona erdirme kararı alsalar bile bunun Türkiye’nin ve Erdoğan’ın başarı hanesine yazılmasını asla istemezler.

Suudi Arabistan Birleşmiş Milletler Daimi Temsilcisi Büyükelçi Abdullah El Muallimi, birkaç gün önce Katar kriziyle ilgili yaptığı açıklamada, “Türkiye eğer Arap dünyasına gizli saklı girerek müdahale etmeye çabalıyorsa, o dönem geçti” dedi.

Türkiye’nin ilkeli duruşunu taraflara anlatmasında ve samimi nasihatlerde bulunmasında bir beis yok.

Fakat krizin çözümü konusunda çok fazla ısrar etmesinin doğru olduğu kanaatinde değilim.

Muhammed Bin Zayed ve Muhammed Bin Selman’ı içine düştükleri çukurdan kurtarma görevi bize düşmez…