1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü bu yıl sakin, olaysız kutlamalarla geçti. Her bir 1 Mayıstan önce içimizi bir korku kaplar bu sene hangi olayları, hangi sıkıntıları yaşayacağız diye. Emeğin ve dayanışma gününün böyle bir imajının olması ne kadar acı bir durum. Emekten dayanışmadan söz edenlerin sağa sola saldırarak barış aramaları ne anlama geliyor? Kendi emeğinin bayramını kutlarken başkalarının emeklerine saldırmak hangi zihnin, hangi mantığın ürünüdür? Meseleye biraz işin arka planına bakarak yaklaşmak istiyorum.
Kapitalist düzenin parçaladığı, sosyalizm ve komünizm gibi ideolojilerin zehirlediği toplumsal ilişkilerin sonucu olarak her alanda bölünmüş, çatışan sınıflarla karşı karşıyayız. Bu hastalıklı yaklaşım bütün dünyayı kasıp kavuruyor. Sınıfçı bakış açısı birlik ve beraberliği sağlamak yerine çıkar çatışmalarını esas alarak tedavisi imkânsız yaralar açmaya devam ediyor.
Toplumların içine sokulan en tehlikeli fitnelerden bir tanesi ırkçılıktır. Irka dayalı dünya düzeninin varacağı yer felaketten başkası olmayacaktır. Sosyalizmin yıllardır peşinden koştuğu sınıf fikri daha alt düzeyde parçalanmanın bölünmenin bir başka şeklidir. Benliğe dayalı fitne tohumunu attınız mı nerede duracağı belli olmayan bir yola girersiniz.
İşçi sınıfı, burjuvazi sınıfı gibi ayrımları iş bölümü olarak değil sınıf olarak dikkate alırsak, sürekli bir birinin ayağını kaydırmaya yönelik bir yaklaşım içine gireriz. Bu tablonun sonucunda ezen patron, çalan, tembel işçiden başka sonuç çıkmaz. Nitekim bu yaklaşımın sonucu büyük huzursuzlukların ortaya çıktığı binlerce örnekle karşı karşıya kalıyoruz.
Aslında çözüm önümüzde duruyor. Bizim kültürümüzde Allah’ın yarattığı her şey emanettir. İşçi patrona, patron işçiye emanettir. Hayatımızın büyük bölümünü geçirdiğimiz iş yerlerimiz hepimize emanettir. Bu bilinçle meseleye yaklaşırsak karşımıza bir ve bütün olan huzurlu bir tablo çıkar. Herkesin birbirinin hak ve hukukunu gözettiği bir sonucu buradan yola çıkarak elde edebiliriz. Patron iş yerinin ve kazandıklarının Allah’ın lütfu ve keremiyle, çalışanların emeğiyle olduğunu bilirse; işçi kazandıklarının Allah’ın lütfu ve keremiyle patron ve yöneticilerinin emeğiyle olduğunu idrak ederse varılacak sonuçtan herkes mutlu olacaktır.
Bizim değerlerimizde alın terinin kurumadan emeğin karşılığının verilmesi var. Yine bizim değerlerimizde hak etmediği lokmayı yememek gibi ilkeler var. Değerlerimize dayalı, dayanışmacı, paylaşımcı, adaletli bir dünyayı inşa etmek için buradan yola çıkabiliriz. Kapitalist düzenin sömürüye dayanan çatışmacı, adaletsiz düzenini ancak bu şekilde alt edebiliriz.
Vahşi kapitalist düzenin getirdiği en kötü sonuç gelir dağılımındaki adaletsizliktir. Bir tarafta milyarca insan ekmeğe muhtaç, açlıktan ölürken diğer tarafta milyonların çok yemekten hasta olmasının izahı mümkün değil. Gelir dağılımındaki makas giderek artmaktadır. Ancak bu kötü düzene dur demenin yolu sınıfçı yaklaşımlar değildir. Sınıfçı yaklaşımlar meseleyi çözmek yerine daha çok çatışmayı, daha çok savaşı desteklemektedir. Bunun sonucu olarak haklı olan değil güçlü olan kazanmaktadır. Bu gün yaşadığımız durum budur.
Bütün insanlığı dikkate alan herkesin hak ve hukukunu gözeten küresel ölçekte çözümlere ihtiyaç var. Küresel dünyada yerel çözümler aramak meseleyi çözmeyecektir. Nerede bir mağdur ve mazlum varsa onun meselesini çözmek bizim, benim boynumun borcudur anlayışını dünyaya egemen kılmalıyız…