I.

Eğitim öğretim yılı, ekim ayında ilk ve ortaöğretim okullarının açılmasıyla başlar. Yayıncılık, kültür ve sanat etkinlikleri de buna paralel olarak yeniden aktif hâle gelir. STK ve kamu kurumları, “kültür sanat sezonu açılış seremonileri” düzenleyerek yapacaklarını kültür-sanat-edebiyat çevreleri ile paylaşır. Üniversite öğrencisi olduğumuz yıllarda, basın ilanları ve dijital mesaj imkânları yoktu. Buna rağmen daha nitelikli ve etkin bir kültür dünyası vardı. Beyazıt Meydanı’ndan Sultanahmet Meydanı’na uzanan Divan Yolu çevresindeki kültür mahfilleri ve MTTB’de yapılan kültürel faaliyetler, bir neslin zihin ve gönül inşasına önemli verimler sağladı. Bugünün kültür, sanat ve siyaset erbabı Necip Fazıl, Cemil Meriç, Ahmet Kabaklı, Mehmet Kaplan ve daha pek çok akademisyen ile düşünce insanını dinleyerek yetişti. Kimi zaman da Cağaloğlu’nun ara sokaklarında Sezai Karakoç’un Diriliş mahfiline uğrayarak veya Çorlulu Ali Paşa Medresesi’nde, üstadın etrafındakilerle bir araya gelerek kültür yolculuğunda nasiplerince istifade ettiler. Mavera dergisi İstanbul’a taşındıktan sonra, o da uğrak yerlerinden biri oldu.

Bir dönemde Üretmen Han, kültür hayatımızı belirleyen yayınevlerinin merkezi hâline geldi. Diriliş oradaydı. İsmet Özel kitapları orada yayımlanıyordu. İsmet Özel, orada bir ofis tuttu ve bir süre yayıncılık yaptı. 80 yaşındaki şairin bütün şiirleri, Erbain ismiyle orada ilk kez yayımlandı. “İsmet Özel, şair, kırk yaşında /Her şey ben yaşarken oldu, bunu bilsin insanlar/Ben yaşarken koptu tufan/Ben yaşarken yeni baştan yaratıldı kâinat/Her şeyi gördüm içim rahat/Gök yarıldı, çamura can verildi.”  dediğinde, elinde pipo ile “Taşları Yemek Yasak” diyordu. Kabul etmese de o dönemin İslamcı düşünce dünyasına önemli katkıları oldu.

Bugün kültür ve sanat mahfilleri, zihin dünyalarını inşa ettiği nitelikli insan sayısıyla değil; konuşanların aldığı telif ücretleri, “bilgiyi(!)” pazarlama yöntemleri ve binaların koltuk sayılarıyla istatistikî birer veriye dönüşmüş durumda. Zihni yarar yerini ekonomik nemalanmaya terk etmiş ve eş dost arasında planlanan birbirini ağırlama seremonilerine dönüşmüştü. Yaygın olarak kullanılan sosyal medya da kültür ve sanat alanlarını önemli ölçüde değersizleştirmiş durumda. Buna rağmen kültürel alanla ilgili görgü sahibi gönüllü dostların kültür, sanat ve edebiyat mahfillerini yakından takip ederek ve seçici davranarak iyi bir kültür sezonu geçirebilecekleri mahfiller bulabileceklerine olan inancımızı koruyoruz.

İlim ve sanat erbabıyla ilişkisini siyaset ve ideolojiye indirgeyen; birbiriyle ilişkide çete zihniyetine evrilen edebiyat mahfilleri ile din/kültür/sanat alanında söylediği sözü ekonomiye tahvil eden popüler görünürler, kazandıklarını düşünürken ziyandadırlar. Müslümanlar ve kültür çevrelerinde var olmaya çalışanların, bu meseleyi, “ALLAH’IN indirdiği vahiyden bazı kısımları gizleyenler ve bunu az bir kazanç karşılığı değiştirenlere gelince: onlar karınlarını ateşle doldururlar. Ve Kıyamet Günü Allah, onlarla ne konuşacak ne de onları günahlarından arındıracaktır; şiddetli azap onları beklemektedir.” (Kuran:2/174) buyruğundaki “ALLAH’IN indirdiği vahiyden bazı kısımlarıifadesini “ilim, bilgi, kültür” bağlamında yeniden düşünmeleri gerektiğine inanıyorum.

II.

Türkiye ve Türkçenin farklı lehçelerini konuşan ülkelerin ortak alfabe kullanma arayışları, geçtiğimiz ay içinde mutabık kalınan bir kararla sonuçlandı. Bunun, meseleyi çözmede ne kadar faydalı olacağı konusu tartışmaya açık bir konu. Mesela Türkiye, alfabesinde değişiklik yapmayacağını açıkladı. Bir başka ülke ç yerine ch, ş yerine sh kullanmaya devam edecek. Benzer harfler kullanabilirsiniz; ancak o harfler her ülkede farklı bir sesi temsil ediyorsa üzülerek belirtmeliyim ki aynı dili konuşamazsınız. Avrupa’daki ülkelerin tamamı, aynı alfabeyi kullanarak pek çok ortak kelimeyi yazıyor ve farklı seslendirerek aynı dili konuşmuyor. Harf birliği, ses ve kelimede anlam birliği sağlamıyorsa ortak bir dil, kültür ve edebiyattan söz edilemez.

Bir asrı aşan zamandır yapılan alfabe tartışmalarında, atılan adım ve varılan karar önemli. Üzerinde yapılacak müzakerelerle zamanla daha iyi bir noktaya ulaşılacağı umudunu koruyoruz. Buna rağmen basit bir örnekle meselenin vahametine de dikkat çekmek isteriz. Türkiye’de alçalmaya başlayan uçak “inmek üzereyken” Azerbaycan’da “düşmek üzere”yse bunu bilmeyen orta yaş üstü yolcular kalp krizi sonucu vefat edebilirler.

Bu meseleyi, önümüzdeki günlerde tartışmaya devam edeceğiz. Çünkü mesele, kültür ve dilimiz için görmezden gelinmeyecek kadar önemli. Yıllardır genel yayın yönetmenliğini yaptığım Dil ve Edebiyat dergisi, Türkçe ile ilgili meselelerde Türkçenin daima daha güçlü, doğru ve yaygın kullanımı için yapılan ve yapılacak çalışmaları merkeze aldı ve almaya devam edecektir. Ekim sayısında da ortak alfabe meselesini birkaç yazı ile sürdürdü. Kaşgarlı Mahmud, Ali Şîr Nevaî ile başlayan kitabî/yazılı Türkçe metin geleneği, Osmanlı şiirinde dev şairlerin kaleminden destansı söylevlerle büyüyerek İstiklal Marşı şairi Mehmet Âkif’e ilham verdi ve Yahya Kemal’de ses bayrağı olarak göndere çekildi. Bu tarihî seyir içerisinde farklı lehçelerde milyonlarca eser yazıldı, söylendi ve okundu. Bundan dolayı Türkçe, Adriyatik’ten Çin Seddi’ne uzanan coğrafyada şiir, hikâye, roman ve anlatılarıyla ses vermeye; türkülerle, ağıtlarla yaşamaya devam edecek. Bu sürekliliği, harf ve ses birlikteliğini inşa edecek noktaya ulaştırılabilir; dili siyasî, kültürel, ticarî ve edebî sahalarda da tek sedaya dönüştürmeye muvafık olursa dünyaya yeni bir anlam arama alanı açacaktır.