Eski Türklerin bir dini hayatları vardı, dini hayatları olduğu için de çok şeyleri vardı. Yeni Türklerin de dini hayatları olduğunda çok şeyleri olacak
-Yahya Kemal-
Ey kâri işitmiş miydin daha evvel bu sözü? Bu cümleyi cana getiren şairi, müverrihi, münevveri tanırsın elbet. Ama bilir misin ki ismini şimdi herkesin hayranlıkla söylediği o şair bir vakitler “Ezan-ı Muhammedi” diye bir şiir yazdığı için kovuşturma geçirmiş de yurtdışına çıkma yasağı konmuş ve kendisine pasaport bile verilmemiştir. Sonra başka bir şair “milli marş” yazmış olmasına rağmen sırf sakalı var, alnı secdeye değmiş diye yurdunu terk etmek durumunda kalmıştır. Başka biri evinden çok zindanda ömür tüketmiş de “çile” doldurmuştur sanki. Ama yine de yılmamış “medrese-i yusufiye” de pişmiş ve o kara zindandan Mehmed’ine mektup yazmıştır. Din, Allah, Peygamber, ezan neden korkutmuştur insanları bu denli? Sen de ben gibi oturup düşündün mü bunları hiç ey kâri? Düşünmediysen şayet zihnine bir tırnak saplamış olayım.
Gel seninle biraz hasbihal edelim, derdimizi söyleyelim de çare bulalım, bulamazsak da halden anlayan vardır deyip de gönlümüzü hoş tutalım ey kâri. Çoktandır inandığım bir şey var; yazmayıp da pişman olmaktansa, yazıp da pişman olmayı dilerim ben. Hem özgürlük yok mu memlekette? Herkes meydanlara çıkıp da dilediğini haykırabilirken ben dilediğimi yazamaz, söyleyemez miyim? Mademki küfretmek özgürlüktür, küfretmenin yanlış olduğunu söylemek de özgürlük olmaz mı? Benim inandıklarıma küfredenlerin böyle yapması özgürlükken benim de senin de bunu söylememiz özgürlük değil mi yani? –mış gibi yapalım dilersen; fikir hürriyeti varmış gibi, herkesin diğerinin kutsalına saygısı varmış gibi, insanlar birbirlerinin hatalarına katlanırmış, dileyen dilediği şekilde yaşarmış gibi… Sonra insanlar diğerlerinin nasıl giyindiklerine, başlarına ne “örttüklerine” değil de kalplerine bakarmış gibi. Haydi, gel, insanları inançları için değil insan oldukları için sevelim biz. Mevlana gibi olalım bir an “Sen de gel” diyelim. Sonra bir gedik açalım surda mukaddes mi mukaddes olsun. “Es” diyelim seninle; “Ey kahpe rüzgâr artık ne yandan esersen es” diyelim.
Evvela o rüzgârdan bahsedeyim sana; şu kahpe rüzgârdan. Hani çok öncelerde demiştim sana ışık doğudan gelir diye. –hoş iktibas etmiştim o cümleyi, zaten biliyorsun- işte neden bilmem bazıları o ışıktan hep korkmuşlar. Aydınlıkta yaşamaktansa karanlıkta yaşamayı medeniyet sanmışlar. Sonra bakmışlar ki bu karanlığın bekçileri, aydınlığa inanlar yılmayacak; ellerine Nemrud ateşlerini alıp da Güneş’i yakacaklarını sanmışlar. Karanlıkta yaşamak istemeyenleri zindanlara atmışlar, evlerini yıkmış, Kitap’larını yakmışlar, susturmak için seslerini minarelere çan takmışlar. Güçlü olmayı haklı olmak sanmışlar. Zavallılar asıl haklı olmanın güçlü olmak olduğunu anlayamamışlar. Biraz daha fasih anlatayım, açayım söylediklerimi. Farkındayım biraz müphem kaldı anlattıklarım.
Mesela aklı evveller Peygamber efendimize vaktiyle yazdıkları kitaplarda ve hatta şimdi bile aşiret reisi demişler. Sonra kısa pantolonu belinden aşağı düşen ufak bir çocuk cesaretiyle Muhammed’in yazdıkları –Muhammed isminin önünde ya da ardında saygı belirten hiçbir kelimenin olmadığını fark etmişsindir- deyivermişler Kur’ana. Bakmışlar ki olmayacak “Muhammed” dinini kılıç zoruyla yaymıştır diye bir martaval uyduruvermişler. Geçenlerde Yavuz Bahadıroğlu hocamdan öğrendiğim bir bilgiyi paylaşayım burada. Aynen şöyle diyordu; “Peygamber Efendimizin komuta ettiği savaşlarda şehid düşenlerin sayısı 147, düşman tarafından ölenlerin sayısı 288’dir.” El insaf çekerek şu sayıya bir baksınlar hele. Bahsettiğimiz bundan on dört asır evveli ve o dönemde savaşmazsanız yaşayamazsınız. Bu sayı İsrail’in tek bir saldırısında şehid edilen Filistinli çocuk ve kadınların –erkekleri söylemiyorum- sayısı bile değil. Sonra bir vakit olmuş minarelerde ezanları susturmuşlar, Allah diyene kan kusturmuşlar. Hırka-yı Saadette asırlardır okunan Kur’anı durdurmuşlar. “Müslümanım” diyeni susturmak için idam sehpaları kurdurmuşlar. “Türk’ün dini …” demiş kendilerine din uydurmuşlar. “Din terakkiye manidir” diye söylemiş, böyle bir yalana inanmışlar.. Allah aşkına din mademki ilerlemeye engelmiş de söylesinler bana bu millete en ihtişamlı dönemini yaşatanlar dinsiz mi yaşamışlar? Kaç âlim, kaç münevver, kaç devlet adamı, kaç “adam” çıkarmışlar dini olmayan? “Din pasifizm” doğurur diyorlar. Gafiller, hakikati bilmiyorlar. Duyuyor musun ey kâri? Birileri kızıyor şimdi bize. Boş ver! Cevap verme. Zira bazen bazılarına verilecek en güzel cevap; cevap vermemektir.
İnsanlar “din”den neden korkarlar ki ey kâri? Dindarları neden kapılar ardına tıkmaya çalışırlar? Ya da neden alnı secde görmüş biri onların bu denli hiddetlerini çeker? Hiç bu sualleri düşündün mü ey kâri? Cevabı ben vermeyeyim de o kıble saydıkları batıdan bir adama söyleteyim; “Hiçbir ordu vakti gelmiş bir fikir kadar güçlü değildir.” (Patrick Buchanan). Vakit gelmedi mi ki hala?
Bazı şeyleri görmek için dindar olmak gerekmez ey kâri, dine düşman olmamak da kâfidir. Dedim ya sana –mış gibi yapalım biz de; kimse dine düşman değilmiş, dinden korkmazmış gibi, özgürlük, adalet, tahammül varmış gibi ve hatta herkes dindarmış gibi.
Eyvallah kâri. Sen olmasan beni kim dinleyecekti?