Demokrasi fikrinin doğduğu yer Batı’dır elbette; fakat demokrasiye karşı nefretin sebebi de Batı’dır.
Ne garip değil mi?
Evet, bu nefretin sebepleri çok derin işgaller, acılar ve gözyaşlarıyla dolu.
Zira Batı, bütün işgallerini, sömürülerini “demokrasi ve medeniyet götürüyoruz” maskesinin ardında gerçekleştirdi.
Bugün ise şiddetin, katliamın ve soykırımların muhatabı olanlar, “bayraklaştırılan demokrasi” fikrinden nefret eder hâle geldiler.
Batı’nın kendinden başkasına reva görmediği gerçek demokrasi -ki kendi içinde bile herkese değil- ne yazık ki başka yerlere hiç ulaşamadı.
“İyi Demokrasi” (Kamusal İyi)’yi savunan Aristo bile, güya ondan beslendiğini iddia eden Batı’nın bu hâlini görseydi, fikri mirasından menetmez miydi?
Batı, “devrim” ya da “değişim” dediği hareketlerle pek çok coğrafyada bir iktidar restorasyonu yaparken, demokrasi getirecek yeni iktidarın temsilcileri hep despotlar/zalimler oldu.
Bunu, yüz yıldır savaşın ve gözyaşının hiç eksik olmadığı Ortadoğu ve Afrika’nın her metrekaresinde görebilirsiniz.
Bu bölgelerde artık pek çok insan için bir nefret kavramı haline gelen demokrasi, İsrail’in son soykırımıyla çok daha derinleşmiş durumda.
Yaşanan soykırıma Batı’nın, bırakın karşı durmayı, destek veriyor olması da bu nefretin derinleşmesine sebep oldu.
“Alın demokrasinizi ister taşa çalın ister başınıza” diye haykıran Gazzelilere kim haksız olduklarını söyleyebilir?
Kim onları artık demokrasinin bir “erdem” olduğunu ikna edebilir?
Masum bebekleri bile katledip şarkılar söyleyerek sevinç dansları yapan bir kavim -hem de bu çağda- ilkel kabileler kadar bile insan onuruna, hayatına ya da ölümüne saygılı değil; elbette demokrasi havarisi Batılı yöneticilerde.
İlkel kavimler bile “düşman” gördüklerini öldürdüklerinde “uzlaşma” adı verilen törenler yapar, kurbanlar keser ve onların ruhuyla uzlaşırlarmış.
İskoç Antropolog James George Frazer, Timor Adaları’nda yaşayan bir kavim ile ilgili çalışmalarında bu “uzlaşma” törenlerinin detaylarını aktarır.
O törenlerde dile getirilen bazı pişmanlık cümleleri şöyleymiş. Yendikleri düşman için gözyaşı döküp af dileyen şarkılar söyler, “Seni yatıştırmak için kurban kestik. Artık ruhun mutlu olsun ve rahat bıraksın bizi. Niçin düşmanımızdın sanki. Seninle dost kalmamız daha iyi olmaz mıydı?” diyerek, ölenin ruhunun onları rahat bırakmasını isterlermiş.
Evet, en ilkel ile güya en medeni olan arasında işte bu kadar fark varken, kim Gazzeli o masum bebeklerin ruhundan af dileyecek.
Cennete uçan o masum bebeklerin ruhlarından kurtulabileceklerini sanıyorlarsa o konuda da çok yanıldıklarını er ya da geç görecekler.
Ektikleri nefret tohumlarının, buldukları en uygun koşullarda ve hiç beklemedikleri bir zeminde nasıl yeşererek kendilerine yöneleceğini de görecekler.
“İnsan hakları bir yanılsamadır” diyen ve Holokost için fikri mücadele veren Yahudi kökenli filozof Hannah Arendt, artık sanki, “masum insanları evlerinden ve ülkelerinden süren tiranlar” ifadeleriyle katil İsrail’i kastediyor.
“Avrupa, soykırımdan doğmuştur” diyen Jean-Claude Milner’in, “Demokratik Avrupa’nın Suç Eğilimleri” kitabında Avrupalılara yaptığı suçlamaların yüzde birini bile hala yapmadığımızı düşünüyorum.
Bir daireden onunla aynı alana sahip bir kare çıkmayacağı nasıl ki 1882’de Lindermenn-Weierstrass teoremiyle ispatlandıysa, öyle inanıyorum ki İsrail ve onun arkasında duran Batı ve ABD demokrasisinden de bir merhamet ve huzur çıkmayacak.
Uluslararası Adalet Divanı -biraz şaşırtsa da- verdiği kararla minik bir umut kıvılcımı çakabilmiştir tabi.
Lakin bütün kuvvetli delillere rağmen “derhal soykırımı durdurun” diyememiştir; bir bebeğin hayatı bile bunu şart koşarken.
Alacağı kararı uygulayacak olan BMGK’nın beş daimî üyesi orada durduğu sürece de İsrail’in uykularını kaçıracak bir güç yok maalesef; en azından kısa vadede.
Tedbir kararına rağmen soykırıma hala devam eden katil İsrail’in şımarıklığının sebebi de işte bu beşli yapıdan başkası değildir.
Zira adaleti ve merhameti kimden ve nereden beklediğimizi bilemez isek hayal kırıklığı yaşarız.
Kim bilir belki bir gün Batı demokrasisini de biz demokratikleştiririz.
Tıpkı tarihte olduğu gibi -onların dairesinden aynı alana sahip bir kare çıkmadı ama- bizim daire-i adaletimiz daha da genişleyerek onları da içine alacaktır…