Yaklaşık sekiz asır İber Yarımadası’nda Müslümanların oluşturduğu dünyanın yüz akı; birlikte yaşamanın adalet, merhamet ve ilim merkezi olan; görkemli bir medeniyet olarak bilinen Endülüs’teki İslam devletinin son kalesi Gırnata’nın tarihten çekilmesi ile bugün Gazze’de yaşananlar önemli benzerlikler taşıyor. Endülüs medeniyetinin insanlık tarihine en büyük armağanı; din, dil, etnisite ve diğer tüm aidiyetlerden bağımsız olarak birlikte yaşamanın örnekliğini ortaya koymuş olmasıdır. Tek başına bu tespit bile 1492’de Gırnata’da sadece Endülüs’ün değil, insanlığın da yıkıldığını bize anlatır.
710-711 miladi yılında İber Yarımadası’na ayak basan ve yeryüzündeki varlıkları bir asırlık ömre sahip Müslümanlar, 1492 yılına kadar yaşayan bir devlet kurdular. Bu cümlenin anlaşılması için ilk vahiy tarihi 610 ile Endülüs’e çıkış tarihi 710 tarihleri üzerine düşünmek gerek. Tebük, İlya’dan (Kudüs) başlayarak Mısır üzerinden bütün Kuzey Afrika’yı geçen Müslüman ordusunda, muhtemelen peygamber vefat ettiğinde yeni doğmuş gençler vardı. Medine ile İber Yarımadası arasındaki mesafeyi hayal edin.
Sekiz asır önce Avrupa kıtasının en batı ucunda karaya çıkan, Atlas Okyanusu kıyılarından kuzeye doğru çıkarak Fransızları tehdit eden, kısa sürede bir yay çizerek Barselona’ya ulaşan ve bugünkü İspanya-Portekiz topraklarının tamamını kontrol eden Endülüs Müslümanları, tarihin bir yerinde birlik ve kardeşlik sadakatiyle yönettikleri topraklarda kişisel hırslar, siyasi ihtiraslar ve birbirlerine duydukları husumet sonucu büyüyen tefrikalar neticesinde 22 devlete bölündüler ve birbirlerinin aleyhine, komşuları Haçlı devletleriyle iş birliği yaparak yaşayacakları vehmiyle ayrılıklarını çoğalttılar. Düşmanlarıyla kurdukları ittifaklarla kardeşlerini ortadan kaldırırlarken kazandıklarını düşündükleri yerlere Haçlılar yerleşti ve küçüle küçüle Gırnata’ya sıkıştılar. Bugün bir avuç Müslüman’ın sıkıştığı Gazze gibi bir alana sıkışan sekiz asırlık büyük medeniyetin çocukları, orada destansı bir direniş ortaya koydular. Bir avuç Müslüman’ı yenemeyeceğini anlayan ve Haçlılar adına Endülüs’ü yok etmeye yemin eden Ferdinand ve İzabella; “Müslümanların geçmişte kendilerine tanıdığı hakları, kendilerine tanıyacakları vaadini ihtiva eden 55 maddelik bir anlaşma önererek” Ocak 1492’de Gırnata’yı teslim aldılar. Üzerinden bir yıl geçmeden anlaşmayı rafa kaldıran Haçlılar, bütün güçleriyle Müslümanlara eziyet etmeye başladılar.
Bu dönemi Osmanlı Sultanı II. Bayezid’e gönderdikleri ve yardım istedikleri “İstiğase” (Feryadname) şiirinde bütün açıklığı ile anlatırlar:
“Büyük bir felakete uğramış esirlerden size selam. Ne büyük bir felakettir o!/ Şerefli bir yaşamdan sonra kır saçları yolunarak koparılan yaşlılardan size selam./ Daha önce kapalıyken kâfirler önünde açılan yüzlerden size selam./ Papazın zorla yatağa götürdüğü şerefli genç kızlardan selam size./ Kendilerine zorla domuz ve haram, kokuşmuş etler yedirilen yaşlılardan size selam./.../ İhanete uğradık, Hristiyanlaştırıldık, dinimiz değiştirildi. Eziyete uğradık, her türlü kötülükle bize muamele edildi./.../ Yiyeceklerimiz azalıp durumumuz kötüleşince bize alçakça yapacakları şeylerden korkup istemeyerek boyun eğdik./ Erkek ve kız çocuklarımız esir edilirler ya da kötü bir şekilde öldürülürler korkusuyla (boyun eğdik)./ Eskiden bu topraklardaki antlaşmalı Müslümanlar gibi yaşamak üzere (boyun eğdik)./ .../ Ellerimizdeki tüm kitapları yaktı ve onları pislik ve çöplüğe attı./ Din kitaplarımızı alay ve hakaretle ateşe attılar./.../ Her sabah papaza giden kızlarımızın ve oğullarımızın durumu ne acıklıdır./.../ Köleleştik; ne fidye ile geri alınabilecek esirler ne de şehadet getiren Müslümanlarız./.../ Bizim mağlup ettiğimiz hemcinsleri, dinimizin koruması ve sözlerine sadık yüce meliklerimizin himayesi altındaydılar./ Onlar ne dinlerinden ne de ülkelerinden çıkarıldılar; ihanete uğramadılar, onurlarıyla da oynanmadı." Tamamı 105 beyitten oluşan şiirin bazı mısralarını, bir fikir vermesi için buraya aldık. [Tamamı için: Belleten, Aralık 1988, Cilt 52- Sayı 205; https://belleten.gov.tr/tam-metin/2074/tur].
Sekiz asırlık bir medeniyet; şehirleri, mimarisi, kültürü ve kütüphaneleriyle yok edildi. Evlerde bulundurulan mushaflar toplatılarak meydanlarda yakıldı. Müslümanların evlerinin kapılarını kapatmaları yasaklandı. Yukarıdaki feryatnamede anlatılanlara bakıldığında Gazze’den yükselen seslere ne kadar da benziyor? Gırnata’nın, Kurtuba’nın, Sevilla’nın, Tuleytula’nın, Belensiya’nın… Endülüs’ün sesini kimse duymadı mı? Sekiz asırlık büyük medeniyet neden İslam dünyasının “Yitik Cenneti” oldu? Ve neden “beş asırdır Müslümanlar niçin yardım etmedi?” diye hâlâ tartışıp duruyoruz?
Endülüs yıkılırken Müslümanlar dört büyük güç tarafından yönetiliyordu. Kuzey Afrika (Tunus, Libya ve Cezayir) Hatsiler ve Meriniler’in kontrolündeydi. Aralarında çatışma ve geçimsizlik vardı. Birbirlerine karşı Avrupa krallıkları ile ittifaklar yaparak aralarında savaşıyorlardı.
Mısır, Hicaz ve Şam bölgesinde Memlükler egemendi. Endülüs yıkılmadan birkaç yıl önce gözlerini Osmanlı topraklarına dikmiş, Adana ve Çukurova’yı kuşatmışlardı.
Anadolu ve Rumeli, Osmanlı Devleti’nin egemenlik alanıydı.
Dönemin en büyük devletlerinden biri de Safevilerdi ve bugünkü İran topraklarında hüküm sürüyorlardı.
Endülüs’ün mağdur çocukları, Hatsilerle Marinilerden, Memlüklerden ve Osmanlılardan yardım isterken Safevilerden bir talepte bulunmadılar. Burada biraz tarihten ders çıkarmak ve bugünün Gazzesine bakmak gerek.
Memlükler diplomatik bir dille Papa’ya bir tehdit mektubu gönderdiler ve tebaaları Hristiyanları katletmekle tehdit ettiler. Danışmanları Papa’ya, İslam hukuk prensiplerinin devlet eliyle sivil öldürmeyi yasakladığını, Memlük yöneticilerinin bunu yapamayacağını hatırlattılar. Bunun üzerine “Müslümanlar kendi iradeleriyle Hristiyan oluyorlar” cevabını ilettiler ve zulümlerini daha da artırdılar.
Osmanlılar; Avrupa ve Şam-Mısır ile Kuzey Afrika üzerinden kara ordularıyla Endülüs’e gidemeyeceklerini biliyorlardı. Fransa ile anlaşarak Endülüs’e yardım etme yolları arandı ancak Fransa, İspanya-Kastilya krallıkları ile anlaşarak Osmanlı’nın hareket kabiliyetini kısıtladı. Bu tarihlerde Cem Sultan’ın Papa elinde esir olduğunu da hatırda tutmak gerek. Buna rağmen güçlü olmayan bir donanma ile Kemal Reis komutasında bazı girişimlerde bulunarak Cezayir’den Endülüs’e silah ve savaş mühimmatı taşıdılar, kıyılara baskınlar yaptılar. Pek çok mağdur Müslüman’ı Kuzey Afrika’ya taşıdılar. Bu görevi Barbaros üstlendiğinde artık Endülüs yoktu!
Siyonist-evanjelist Haçlı ittifakı sadece Gazze’yi işgal etmekle yetinmedi. Medyayı, BM’yi, AB’yi, NATO’yu da işgal etti ve insanlığın kalbine, beynine, vicdanına da soykırım yapıyor. İnsanlığın mirası ve Halife Ömer’in emaneti İlya (Kudüs), vahşi ve ilkel bir barbarlıkla yok ediliyor.