Batı; bazılarının meftun olduğu sevgili, varılmaz bir hayal, gidilmez bir efsane gibi. Bana göreyse bir kuyu, karanlık, dipsiz ve suyu çekilmiş… Ona varmak için, vuslatına ermek için önce onun gibi olmak gerekiyor. Ama hakkını verelim aramızda bu işi çok iyi becerenler de var. Benziyoruz benzemek istediklerimize. Bunu belki de kimsenin yapamadığı ve yapamayacağı şekilde yapıyorlar. Omuzlarından rütbeleri söküp öylesine, sıradan bir piyade olmaya meyledişleri yeni değil zaten. Biz bu türküyü söylemeye başlayalı çok oldu. Önce yaşadıklarını sattılar onlara, sonra gördüklerini, bildiklerini, göreneklerini, daha sonra “gel” dedi belki de, bilemem ama onun yamacına varmak için bineklerini dahi sattılar. Ayak yalın baş açık, akıllarında geçmişin bütün izlerini de sildi ve gittiler. Böyleleri var içimizde.

Nedendir bilemem lakin Batı, bana hep karanlık yüzüyle gösterdi suretini. Onu her gördüğümde gözlerimdeki fer kayboldu. Gözüme hep sonuna “izm” eklemiş yalancı inançlarla düştü Batı’nın resmi. Hayır, düşman değilim ona ama onların düşmanlıklarına sessiz kalamıyorum. Ve damarındaki kandan dahi ibret almayan insanlarımın kendi damarlarına onların kanlarını zerk edercesine onlara benzemelerine dayanamıyorum. Belki de o sebeple ayağında yırtık bir çarıkla tarla süren adamı bilmem kaç milyon liralık bir otomobille gezenlerden daha çok sevdim. Hele şu sultan kılığına bürünmüş ucubelere sevdalananları ve ona aşk derecesinde hayran olanları gördükçe daha bir alevlendi ateş derunumda. Ve hatta bazıları hayranlık dediğim o haddi de zorlayıp dalkavukluk kertesine vardırdı bu işi. Zira onun dedikleri, onun söyledikleri üzerinde tartışılmayacak, konuşulmayacak kadar gerçek ve doğruymuş gibi inandı bazıları. Şayet yanlış diyecek olsam inandıklarına onların, hakikati dile getirecek olsam elinden ateşi çalınmış Mecusi gibi feryad edip ateş ararlar. Lakin ne yapsam da alsam ellerinden o ateşi? Yine ateşe koşuyorlar. Bilmiyorlar ki garibanlar, ateşi başka bir handa kendilerini yakmak için biriktiriyorlar.

Batı denen bu aşk kör etmiş gözlerini bazılarının. Ve belki de mecbur kalıp bizler de onlara benzedik. Önce onlar gibi giyindik, sonra onlar gibi sevindik, onlar gibi eğlendik. Ayıp denen şeyi mubah ettik, haramı helal, gerçeği yalan ettik. Biz aslında kazandığımızı zannettiğimiz vakitte kaybettik. Kaybettiklerimizse önemli şeyler değil ha! Bir geçmiş, bir miras, on beş asır sadece ve belki de daha fazlası. Biz çok şey aldık onlardan doğru ama inanın ki verdiklerimiz aldıklarımızdan çok daha fazla ve ziyadesiyle kıymetli. Hoş kültür değişmesi denen bir kavram var. Farkındayım ve biliyorum. Ama pazarda bile aldığı zerzevatı seçerek alan biz bunca çok “çürümüş” şeyi ne yapacağız Allah (cc) aşkına?

Bu hastalıktan -ki bence gerçek manada bir marazdır bu- kurtulmadan başımızı yerden kaldıracağımıza inanmıyorum ben. İnanamıyorum. Elbette hepimiz ya da her birimiz böyle değiliz. Lakin şunu da görüyorum ki fiil olmadan söz hiçbir şeydir. “Savaş ölünce değil düşmana benzeyince kaybedilir” demişti ya Aliya, ‘bence haklıydı ve biz kaybettik’ demiyorum lakin kime benziyoruz ve bunca şeyi neden yapıyoruz, bunları düşünüyorum.

Söyleyeceklerim bu kadar…