Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin ön yargılama bürosu 21 Kasım 2024 tarihinde, nihayet altı aydır beklenen kararını açıklamış ve İsrail Başbakanı Netanyahu ile eski Savunma Bakanı Gallant’ın, Gazze’de işledikleri insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları nedeniyle tutuklanmasına hükmetmiştir.

Mahkemenin kararında; İsrail’in mahkemenin yargı yetkisi olmadığına ve sivillere yönelik insani yardımları engellemediğine dair itirazları eldeki delillere dayanılarak reddedilirken; İsrail’in Gazze’deki sivillere karşı açlığı ve zorla yerinden edilmeleri de bir silah olarak kullandığı, elektrik ve suyun kesilmesiyle, esirlere işkence yapılmasının da savaş suçu mahiyetinde olduğu ifade edilerek bu suçların işlenmesinde sorumlulukları olan Netanyahu ve Gallant hakkında tutuklama tedbirine başvurulduğu belirtilmiştir.

Aynı kararda, temmuz ayında öldüğü ileri sürülen ancak Hamas tarafından hakkındaki iddia reddedilen Muhammed Defy hakkında da tutuklama kararı verilmiştir.

Aslında UCM’nin başsavcısı Karim Khan, 20 Mayıs 2024 tarihinde, Netanyahu ve Gallant ile birlikte Deyf’in yanı sıra Hamas liderlerinden İsmail Heniyye ve Yahya Sinvar’ın da tutuklanmalarını talep etmişti. Ancak aradan geçen süre içerisinde İsrail tarafından gerçekleştirilen saldırılarda Heniyye ve Sinvar şehit oldukları için haklarındaki talep düşürülmüştür.

Bu karar uluslararası hukukun tecellisi bakımından ziyadesiyle önemlidir. Zira şimdiye kadar hep İsrail’in uluslararası hukuktan mahfuz olduğu; ne yaparsa yapsın, hangi suçu işlerse işlesin arkasında duran ABD ve Batı desteği sayesinden hiç yargılanmayacağı ve herhangi bir yaptırıma maruz kalmayacağı şeklinde bir algı mevcuttu. Dolayısıyla UCM başsavcısı tutuklama talebini açıkladığında da bunun sonucunda bir şey çıkmayacağı, mahkemenin tutuklama kararına hükmedemeyeceği düşünülmüştü.

Zira insanlar böyle düşünmekte de haksız değillerdi. Çünkü başsavcı talebini açıkladıktan hemen sonra kendisine yönelik baskılar yapıldığını dile getirmiş; hatta çok iyi bilinen ve etkili bir Amerikalı siyasetçinin kendisine, “mahkemenin Afrikalı liderler veya Putin gibi diktatörler için kurulduğunu, dolayısıyla İsrail başbakanı gibi Batı’nın müttefiki olan birini yargılamayacağını” söylediğini ifade etmişti.

Aynı günlerde 12 ABD’li senatör, başsavcıya hitaben bir mektup yazarak kendisini alenen tehdit etmiş ve eğer Netanyahu ile Gallant hakkında herhangi bir hüküm tesis edilirse hem başsavcının hem de diğer mahkeme üyelerinin hedef alınacağı belirtilmiştir.

Netanyahu’yu korumak için seferber olan Batılı siyonist iş birlikçiler sadece tehditlerle yetinmemişler, mahkemeyi ve muhtemel kararı itibarsızlaştırmak için her zaman kullandıkları kirli yöntemlere yeniden başvurarak talep sahibini itibarsızlaştırmaya çalışmışlardır. Bu kapsamda önce Karim Khan’ın avukatlık sertifikasını iptal ettirip, mahkemedeki görevinden ayrılmasını sağlamak için Londra Barosu’na başvurarak “başsavcının görevini kötüye kullandığını” ileri sürmüşlerdir.

Ancak İngiltere’deki erken seçim sonucu İşçi Parti’nin iktidara gelmesi ve yeni başbakan Starmer’in de söz konusu davadan vazgeçilmesi talimatını vermesiyle bu oyunları bozulmuştur. Ancak Karim Khan’ı itibarsızlaştırmayı kafaya koymuş olan siyonist iş birlikçiler bu sefer de başsavcı hakkında cinsel taciz suçlamasında bulunmuşlardır.

İşte mahkemenin tutuklama kararı tam da böyle bir ortamda geldiği için çok anlamlı ve çok önemlidir. Ön yargılama bürosunun Fransız, Benin ve Slovenyalı hâkimlerden oluşan üç kişilik heyeti tüm bu baskılara ve iddialara rağmen ellerini vicdanlarına koymuşlar ve eldeki delillere göre verilmesi gereken yegâne karara hükmetmişlerdir.

Bu vesileyle başta Başsavcı Karim Khan olmak üzere mahkeme üyeleri Nicolas Guillou, Reine Alapini-Gansou ve Beti Hohler’i gösterdikleri cesaret ve adil yargılamaları için tebrik ediyorum.

Şimdi, gelelim mahkemenin bu kararına yönelik tepkilere.

Tahmin edileceği üzere İsrail bu kararı kabul etmediğini açıklamıştır. Mahkemenin 5 Şubat 2021 tarihinde açıklamış olduğu, “işgal altındaki Filistin topraklarında yargılama yetkisi olduğuna dair” karara rağmen, İsrail hâlen Roma Statüsü’ne tabi olmadıkları gerekçesiyle mahkemenin yargı yetkisi olmadığını ileri sürmekte ve başbakanları ile eski savunma bakanları hakkında verilen tutuklama kararını tanımadıklarını ifade etmektedir.

İsrail Cumhurbaşkanı Herzog bugünün demokrasi ve adalet için kara bir gün olduğunu söylerken Netanyahu da kararın “antisemitik” olduğunu ve aslında kendisinin değil, İsrail’in yargılandığını söyleyerek kendini mağdur olarak göstermiştir.

Netanyahu’nun koalisyon ortağı olan aşırı sağcı ve dinci partiler de kararı eleştirirken muhalefetteki Gantz ve Lapid cephesi ise karara tepki göstermekle birlikte, bunun sorumlusunun Netanyahu olduğunu belirterek kısmen de olsa Netanyahu’yu eleştirmişlerdir. Bununla beraber İşçi Parti, Meretz ve Hadash’ın da içerisinde bulunduğu sol muhalefet partileri; kararın yegâne sorumlusunun Netanyahu ve onun politikaları olduğunu söyleyerek Netanyahu’nun derhâl istifa etmesini talep etmişlerdir.

Asıl irrasyonel tepki ise ABD’den gelmiştir. Zira 7 Ekim’den beri Netanyahu’ya koşulsuz destek vererek suç ortağı olan Biden yönetimi; kararı kabul etmediklerini, mahkemenin büyük bir hata yaptığını ve Netanyahu’yu asla tutuklamayacaklarını açıklamıştır. Bu yetmiyormuş gibi, mahkemenin kararı nedeniyle Netanyahu’yu tutuklamak zorunda olduklarını açıklayan İngiltere ve Fransa gibi Avrupalı yakın müttefiklerinin de bu kararı tanımamaları gerektiğini, aksi takdirde ilişkilerini gözden geçireceklerini ve gerekirse onlara da yaptırım uygulayabileceklerini ifade etmişlerdir.

Netanyahu’nun ve İsrail’in yılmaz savunucusu olan AIPAC beslemesi Cumhuriyetçi Arkansas Senatörü Tom Cotton daha da ileri giderek; 2001 yılında Kongre’nin, mahkemenin ABD’li askerleri yargılamasına mani olmak için çıkarmış olduğu “Lahey’i işgal” kanunu olarak da bilinen “Amerikan Askerlerini Koruma Yasasının” uygulanmasını; yani ABD’nin mahkemenin bulunduğu Hollanda’ya karşı siyasi ve askerî güç kullanarak muhtemel kararların önlenmesini teklif etmiştir.

Neyse ki tüm Batılılar Tom Cotton kadar gözü dönmüş değildir. Hatta AB Komisyonu Başkan Yardımcı Josep Borrell, tüm AB üyelerinin mahkemenin bu kararını uygulamak zorunda olduğunu belirterek hukukun üstünlüğüne vurgu yapmış ve mahkemenin kararına saygı duyulması gerektiğini ifade etmiştir.

Türkiye de kararı çok olumlu karşılamış ve Roma Statüsü’ne tabi olmamasına rağmen Netanyahu veya Gallant’ın Türk topraklarına ayak basması hâlinde derhâl tutuklanacağını duyurmuştur.

Peki, bu kararın muhtemel sonuçları neler olabilir?

Öncelikle Netanyahu ve Gallant’ın Gazze’de yaptıkları nedeniyle “savaş suçlusu” oldukları tescil edilmiştir. Mahkemenin almış olduğu tutuklama kararı aslında bir tedbir olup yargılama devam edecektir. Yargılamanın sonunda bahse konu kişilerin suçsuz olabileceğine de karar verilebileceği gibi, eldeki deliller nedeniyle nihai kararın da benzer cihette olacağı ve Netanyahu ile Gallant’ın Gazze’de işledikleri savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar nedeniyle mahkemenin uygun göreceği hapis cezalarına çarptırılacakları öngörülmektedir.

Asıl olan, atılı suçların mahiyeti nedeniyle yargılamanın tutuklu olarak yapılması olduğundan, Roma Statüsü’ne tabi 124 ülkenin topraklarına ayak bastığında Netanyahu ve Gallant’ın tutuklanarak mahkemede yargılanmalarına imkân tanınmıştır. Statüye tabi olmayan ülkeler de isterlerse bu kararı uygulamakta serbesttir.

Hakkında tutuklama kararı verilen Netanyahu’nun bundan sonra uluslararası hareketliliği de hâliyle kısıtlanacak, en azından kendini tutuklayabilecek ülkelere gitmemeye özen gösterecektir. Bu koşullar altında ülkesini başbakan olarak temsil etmesi de zorlaşacak olan Netanyahu’yu, İsrail dışında olduğu kadar içinde de bazı meydan okumalar beklemektedir. Zira her ne kadar aşırı sağcı koalisyon ortakları arkasında dursa da muhalefet partilerinin Netanyahu’nun arkasında durması beklenmemektedir.

Kaldı ki hakkında devam eden yolsuzluk davası nedeniyle bir hayli zor durumda olan Netanyahu’nun, bir de UCM’nin tutuklama kararıyla uzun süre başbakanlık koltuğunda oturması mümkün gözükmemektedir.

Netanyahu bu kararı üzerine alınmayıp, aslında İsrail’in mahkûm edildiğini söyleyerek hedef şaşırtmaya çalışsa da nihayetinde UCM; devletleri değil, kişileri yargılamakta olduğundan bu konudaki hezeyanlar karşılık bulmayacaktır. Bununla birlikte UCM’nin bu kararının Uluslararası Adalet Divanı’nda devam eden İsrail aleyhindeki soykırım davasına da bir etkisinin olması kaçınılmazdır. Zira başbakanı ve savunma bakanı hakkında işledikleri savaş suçları nedeniyle tutuklama kararı verilmiş bir ülkenin soykırım yapmadığına divan yargıçlarının inanmasını beklemek gerçekçi olmayacaktır.

Sonuç olarak UCM’nin Netanyahu ve Gallant hakkında vermiş olduğu tutuklama kararıyla; uluslararası bir mahkeme ABD’ye rağmen İsrail başbakanı ve savunma bakanı hakkında hüküm tesis ederek İsrail’in dokunulmazlık mitini yıkmış, uluslararası hukuka olan güven artmış ve belki de en önemlisi; Gazze kasabı, bebek katili ve soykırımcı Netanyahu’nun siyasi kariyerini bitirecek süreç başlamıştır.