“Batı’dan gelen hiçbir ‘izm’ masum değildir.”
-Cemil Meriç-
Biliyorsun ben Batı denen putun karşısında bir İbrahim olmak diliyor ve ona perestişle bakanların gözlerini en fazla bir cam kırığı farz eyliyorum. Zorla değil ya, sevmiyorum. Daha doğru kelime şu olacak, sevemiyorum. -Nasip olmuyor denir mi, bilmiyorum- Zira Batı dediğim ve derken de yalnızca bir coğrafyayı kastetmediğim kavramın neler ettiğini, bizden neleri alıp da gittiğini ve hatta gasp ettiğini bildiğimden belki de içim ısınmıyor. Bizi anlayamıyor onlar, biz onlara hayran ve hatta hüsnüne esir olmuş garipler. Hani bir kaldırım güzeline âşık olmuş beyzadeler gibi… Ya da kölesine esir olmuş efendiler… Anlamıyorlar bizi, esasında bizim gönlü buz tutmuş gariplerimiz onlara âşık lakin onlar bu aşktan bihaber. Her gün bir başkasıyla geceyi gündüz eden bir eğreti… Umurunda değil.
Batı gönlü bilmez kâri, dillerinde gönül yoktur mesela ya da ümmet kelimesinin herhangi bir karşılığını bulamazsın. Onlar bizim bir dinin etrafında, bir sancağın altında nasıl bir kardeş olabildiğimizi anlayamamışlar ve hem hayret hem de nefretle bakmışlar asırlar boyu… Belki de düşmanlıklarının esas sebeplerinden biri de bu. Bilemiyorum. Ama bunu anlamış olacaklar ki elimizden almaya çalıştıkları ilk şey bu olmuş. Onlar “dini, ümmeti, peygamberi, Allah’ı bir kenara bırakın” demişler bize. Biz de bırakmış olmasak da eksilmişiz biraz.
“Suçlu değiliz” diyemiyorum kâri. Zira suçluyuz biz. En aşüftesine âşık olmuşuz o kaldırımdaki dilberlerin. Sonra gözlerimiz köre çalmış, ne demişse inanmışız. Ecdat demiş, vermişiz, millet demiş, silmişiz, ümmet demiş terk etmişiz. Cemil Meriç üstad Bu Ülke’sinde; “Aydınlarımız Batı’nın bütün hastalıklarını ithale memur bir anonim şirket…”diyor. El hak ben de taze ve aciz zihnimle bu dediklerine katılıyorum üstadın. Batıda olan her şey kötü değil onu da biliyorum. Lakin müşkülümüz şu ki biz en başında yanlış yerinden girmişiz bu kervana. Devayı, ilacı, dermanı değil de hastalığı, marazı almışız ve deva sanmışız dertlerimize.
Bir örnek vereyim de maksat hasıl olsun. 1932 yılı sanırım. Keriman Halis isimli bir Türk kızı dünya güzellik yarışmasında birinci seçiliyor ve jüri başkan kürsüye geçerek şunları söylüyor; “Sayın jüri üyeleri, bugün Avrupa’nın Hıristiyanlığın zaferini kutluyoruz. 1400 senedir dünya üzerinde hâkimiyetini sürdüren İslamiyet artıkbitmiştir. Onu Avrupa bitirmiştir. Bir zamanlar sokağa bile, pencere arkasından seyredebilen Müslüman kadınların temsilcisi Türk güzeli Keriman, mayo ile aramızdadır. Bu kızı, zaferimizin tacı kabul edeceğiz, onu kraliçe seçeceğiz. Ondan daha güzel varmış, yokmuş bu önemli değil… Bu sene güzellik kraliçesi seçmiyoruz. Bu sene İslam’ı yenmenin zaferini kutluyoruz. Avrupa’nın zaferini kutluyoruz. Bir zamanlar Fransa’da oynanan dansa müdahale de bulunan Kanuni Sultan Süleyman’ın torunu iste mayo ve sutyen ile önümüzdedir. Kendini bizlere beğendirmek istemektedir. Biz de bize uyan bu kızı beğendik. Müslümanların geleceği böyle olması temennisiyle Türk güzelini dünya güzeli olarak seçiyoruz. Fakat kadehlerimizi Avrupa’nın zaferi için kaldıracağız.”
O kadehler hala havada kâri. İçlerinde şarap değil ümmetin kanı var. Batı bir puttur diyorum sana ve çıkıp da o putu bir sillede devirecek İbrahim misal bir cengâver bekliyorum ben. Gelecek mi bilmiyorum. Geleceği vakte kadar inmeyecek sanıyorum o kadeh. Zira onlar elleri kanlı cellâtlar… Biz ise cellâdına âşık olmuş garipleriz… Ve bu aşk bizi iflah etmez…