Bazı zamanlar tek başına bir insan için de, bir millet için de ve bir devlet ve hatta dünya için de zor zamanlardır. Öyle zamanlarda kurtuluş var mıdır diye ümitsizliğe düşer bazen insan. Uçurumun tam kenarında ellerinden tutacak ya da en azından tutunacak birini arar. Ben bizim zamanımızı, yaşadığımız bu vakti işte tam da böyle bir zamana benzetiyorum kâri. Bir adım ileri atsak uçurumdan aşağı düşecek, bir an tereddüt edip de geri dönsek düşman canımızı sökecek ve kalsak öylece durduğumuz yerde vicdanımız, ecdadımız, davamız, derdimiz öylece kalıverecek. Ama atabilirsek korkmadan o bir adımı sonrası bir nevbahar oluverecek.

Böylesini yapabilir miyiz, uçurumu gördüğümüz halde bir adım daha ileri atabilir miyiz bilmiyorum ama şunu görüyor ve daha eski vakitlerdeki örneklerinden de biliyorum ki insanın esas imtihanı, kazandığı zaman başlıyor. Ve kaybedenlerin çoğu da kazandığını zannedenlerden çıkıyor. Ve bence işte tam da bunun için zordur bizim vaktimiz. Tam da şimdi, tam da şu an. Senelerce sindirilmiş, köşelere itilmiş, izbeye çekilmek zorunda bırakılmış insanlar; sırf inandığı için zindanlarda çürüyen, darağacında sallandırılanlar, imanı uğuruna malı mülkü bir kenara hürriyetini ve canını hiçe sayanlar; bunca zulmü inanmış bir sinede yok edip de yaşayanlar ve onların torunları yani bizler, bizim gibiler işte şimdi onca yaşanmışım imtihanını veriyor bence. Zira şimdi güçlüyken, elinde kuvvet varken, sözün geçerken yapacaklarındır belki imtihanı kazandıracak. İşte şimdi zindanlarda senelerce zulüm görenlerin, inandığı için öldürülenlerin, sindirilip de sessizleştirilenlerin hepsinin ve hepsinin de yükü omuzlarımızdadır.

Bence bize engel olacak da, bizi durduracak da bir başkası değil, yine ve yine biziz. Nasıl ki bundan asırlarca evvel hiç durmadan ve korkmadan, çekinmeden, yılmadan ecdadın birkaç yiğitle birkaç kadın ve birkaç inanmışla beraber çıktığı o kutlu yürüyüşü de durduranlar aslında düşman diye bildiklerimiz, çok uzaklarda gördüklerimiz değildi. Yine bizden olanlar, bizim içimizden olanlardı. Bizdik yani.

Korkum aslında yine öyle olması… Zira biz sloganları sever, hamasi cümlelerle konuşuruz. Yapmaktan çok anlatmayı severiz. Ve karşımızda kendimizden daha da büyük nefsimiz durur her vakit düşman olarak. Gösterişten uzak ve sadece inandığımız dava için bir şeyler yapmak istesek dahi yaptırmaz bize. Ve biz her vakit bize yeniliriz, kendimize yeniliriz. Yani ki o düşman en güçsüz olduğumuz anda saldırır bize hep ve o an, güçsüz, takatsiz olduğumuz an aslında en güçlü olduğumuz zamandır. Yani şimdidir belki de. Tam da şimdi…

İnsan bazen kazansa da kaybeder kâri ve kaybetse de kazanır. Onca zulmün ve onca ölümün karşısında Aliya’nın “Biz ölüyoruz belki ama onlar da kazanamıyorlar” dediği geliyor hatırıma. Ölmek bile kaybetmek değilse, yaşıyor olmak da kazanmak demek değildir. Ve bu bir savaş da değildir aslında, bir yürüyüş, kutlu bir yürüyüş… Ve ben tam da şimdi bu yürüyüşte ayaklarımıza çelme takanların yanımızda yürüyenler olmasından korkuyorum…

Ne demek istediğimi anlıyorsun değil mi kâri?

Anlıyorsun, biliyorum…