Cânım kâri, insan yaşamak denen halin manasını çözemiyor. Yani çözemiyoruz hiç birimiz. Ya da şöyle düzelteyim, çözebilen ve ona göre de yaşayabilen güzel adamlar vardır muhakkak ve var biliyorum. Ama ben, benim gibi olanlardan bahsediyorum. Yani elbette ki buna ben de dahilim. Tuhaf geliyor belki ama bunca suale bir cevap bulamıyorum ben de. Daha doğrusu zorlanıyorum, hem de çok fazla. Çoğu zaman aslında bu dünyada yalamak denen halin insan ruhuna uygun olmadığını ve gerçekten bu dünyada “sürgün hayatı” yaşadığımızı düşünüyorum. Yani yaşamak insana ağır geliyor bence. Şunun gibi bir şey, senelerce saraylarda yaşamış birinin bir harabeye mecbur olması gibi. Cennet ve dünya zihnimde böyle hep… Cennet; vatan, dünya; sürgün… Lakin bütün bu sorularıma da cevap bulacağım yerin neresi olduğunu biliyorum ben. Bunca çaba bunca gayret de cevap aranıyor olunduğundan bence. Ve işte tam da burada, bulamadığı tüm cevapları ona verecek tek şey inanç, inanmayanın cevabı yoktur.
Geçenlerde Engin abiyle konuşurken insanın yalnız olamayacağını ya da yalnız bırakılmayacağını bir kez daha anladım. Neler söylediğini ya da neler konuştuğumuzu söylemeyeceğim ama Engin abi (“Hangi Engin bu?” gibi sorular sorasınız diye künyesini vereyim: Engin Uzun) güzel adam; sözlüğe bakmadan okuyunca kulağına hoş gelen ama hiçbir şey anlayamadığın lakin sözlükle okuyunca hayran kaldığın eski şiirler gibi. İşte o muhabbette bir kere daha düşündüm yalnızlık üzerine bazı şeyleri. Onun bile haberi yok bundan.
İnanan insan yalnızlık yok ki kâri. Hüzün var belki, dert var ve gam var lakin yalnızlık yok. Ellerini açtığın her vakitte sesini duyan Bir’i olduğuna inanıyorsan, ağlaya ağlaya derdini Bir’iyle paylaşabiliyorsan, kimseye söylemediğin günahlarını bile Bir’ine anlatabiliyorsan nasıl olur da “yalnızım” dersin? Dememelisin. Zira yalnız değilsin.
Geçelim.
…
Aslında ben bugün seninle muhabbet ederken söylemek için şunları not etmiştim. Lakin yine bir başka derde saldı gönlüm beni. Ama yine de söylemezsem olmayacak. Zira mühim bence….
“Batı çöküyor kâri. Hem de gözlerimizin önünde, gürültüyle patırtıyla, kıvrana kıvrana çöküyor. Ahlak yok, insanlık yok, merhamet yok, vicdan yok. Zira kuruldukları bir temel yok. Ama diyeceksin ki “güçleri ve paraları var” Doğru lakin satın alınan her şey bir gün tekrar düşüyor pazarlara. Belki de bunun için ölümün, zulmün ve işkencenin üzerine kurulmuş bir yığın gibi ölümüne çöküyorlar. Farkında olalım ya da olmayalım güneş yeniden bizim yaşadığımız toprakların üzerini aydınlatıyor ve umudu bizden bekleyen ve bizi bekleyenler hayra yorulacak rüyalar görüyorlar. Ve içimizde olup da bu zulümden kurulmuş karanlık diyarına hayranlığı bile aşıp da boyunlarına onların tasmalarını takanlar da artık bitlerini koparıp atamıyorlar. Masum kalamıyorlar. Zira öyle değiller zaten. Parayla satın alındıkları gibi yine öyle satılıyor ve satın alınıyorlar.
“Dünya yeniden bir doğuşa gebe” dendiği kanaatimce yalan değil. Hepimiz görüyoruz bunu, hepimiz şahit oluyoruz. Lakin şunu da görmek gerek gibi geliyor bana; kökü sağlamlaştırmak zorundayız. Ayaklarımızı sağlam basmak, bastığımız yerde sağlam durmak zorundayız” demiştim daha önce de. Bu ya da buna benzer cümlelerle. Ama soru şu; bütün bunlar oluyorken biz bu dünyanın neresindeyiz?
Vicdan insanda her neredeyse biz de dünyada tam oradayız. Abartıyor muyum? Belki öyle gibi geliyordur ya da öyle hissettiriyordur ama asla öyle değil. Hem abartsam ne çıkar!