Namuslu olmanın bedeli yalnızlıktır…

-Cemil Meriç-

Devletler de insanlara benziyor kâri. Aslında doğru cümle şu insanlar yaşadıkları toprağı bile kendilerine benzetiyorlar. Ve hadiste buyrulduğu gibi yaşadıkları gibi idare ediliyor ve öyle yönetiliyorlar. Yani devlet dediğin bile orada yaşayan insanlara benziyor. Ve onların da yani devletlerin de hassasiyetleri, karakterleri, dertleri, duyguları var. Nasıl ki insanın bir kişiliği varsa elbet ki devletlerin de var. Karaktersiz olanı yok mu? O da var, karaktersiz, haysiyetsiz olanları da gözlerimiz görüyor. Haydi, daha açık söyleyeyim. Namuslu olanları ve olmayanları, şerefi üstün tutanları ve şereften yoksun olanları, dünyaya sanki sırf zulmetmek için gelmiş gibi olanları ve sırf derdi zalime, zulme karşı durmak gibi olanları da var. Dünyayı yaşanacak bir hale getirmek için çırpınanları, insanı yaşatmak için devletler kuranları ama tam aksine kan döküp, can alıp öldürdükleri mazlumların ve masumların cesetleri üzerine kurulanları da var. Kendi dili olmayıp başkasının ağzıyla konuşanları, kendi gözü olmayıp başkasının gözüyle bakanları, ölüme alkış tutanları, zulme susanları da var. Ve bence devletler de insanlar gibi, yalnız kalırlar, yalnız bırakılırlar. Üstadın dediği çok doğru; namuslu olmanın bedeli yalnızlıktır. Sadece kişi için, insan için değil. Bence devletler için de böyle. Yani yalnız kalışımız ya da yalnız bırakılışımız bence namuslu oluşumuzdan.

Biz namuslu insanlarız kâri. Farklı olabiliriz, farklı bakabiliriz, farklı inanabilir ve farklı yaşayabiliriz ama enkazların altından çıkan ufacık yavruların yüzlerine bakamayız biz. Ağlayan birini gördüğümüz vakit gözümüzdeki yaşı saklayamayız. Zulme, haksızlığı ve ihanete asla katlanamayız. Mesela bilmem dünyanın hangi yerinde kendi ismi olsa bile yani hür gibi dursa bile bilmem hangi sömürgeci, katil ve zalim devletin kuklası gibi -ki gibisi fazla- yaşayan insanlardan ve devletlerden olamayız. “Ta Somali’de ne işimiz var! Suriye’den, Gazze’den, Myanmar’dan, Açe’den, Doğu Türkistan’dan, Mısır’dan bize ne!” deyip de susamayız. Bir zalim çok uzak diyarlarda bir yetimin tırnağını kırsa bizim canımız yanar ve yanmalı. Biz aslında sevebilsek birbirimizi, sırtımızı birbirimize verebilsek, özde bir olduğumuzu ve farklılıklarımızın aslında bir kâr olduğunu bilebilsek yeniden kurulacak bu yıkılası dünya. Ve mesela o dünyada kimse düğünlerde bombalar patlatmayacak, çocukları yetim, anaları evlatsız bırakmayacak, enkazların altında çocuklar kalmayacak… Biz namuslu insanlarız kâri. Ve inanırsak kendimize, olacak zira başaramayacaklar.

İşte bize bunun için bunca saldırıyorlar. “Bir namuslu biz kaldık” dersem yanlış bir genelleme yapmış olur muyum bilmiyorum ama şunu iyi biliyorum ki namuslu, haysiyetli ve şerefli insanların umudu bir tek biz kaldık ve biziz.

Mahalle arasında oynanan oyunlarla büyüyenler şu jargonu elbette bilecekler… Oynanan oyunda biraz da kendine güvenini göstermek için, kendinin kim olduğunu başkalarına göstermek için şöyle denirdi; ben tek, siz hepiniz…

Türkiye dünyaya tam da şunu demiştir şimdi; “Ben tek, siz hepiniz…” İyi mi demiştir, kötü mü demiştir bilmem ve bunu göreceğiz hep beraber… Ama benim meselem şu ki; nihayet bir şey demiştir… Aslında bunu asırlar boyu ve hep söylemiştir. Ama bu kez bu söz hep beraber söylenmiştir. Namuslu olmuş, namuslu kalmış ve yalnız bırakılmıştır… Ama onurlu, şerefli ve namuslu bir yalnızlık…