“Can bula cananını, bayram o bayram ola

Kul bula sultanını, bayram o bayram ola

Hüzn-ü keder def ola, dilde hicap refola 

Cümle günah afola, bayram o bayram ola…”

​​​​​​​​​​Alvarlı Efe

Bu yazıyı Ramazan Bayramı’ndan sonra yazacaktım ama öyle akıl almaz olaylar yaşadık ki, bırakın yazı yazmayı, kendimize gelemedik. O nedenle umarım mazeretim kabul edilir.

İki bayram arasında 100 yıllık hadiselere şahit olduk. Fitne çetesi sadece fiziki darbe teşebbüsünde bulunmadı, zihinlerimize de darbe vurdu. Gün geçtikçe olayın vahameti, büyüklüğü daha iyi anlaşılıyor. Ne mutlu ibret alanlara, ne mutlu ders çıkaranlara.

Ramazan geçti, bayram geçti, yeni bir bayrama erdik. Elhamdülillah. Bu bayrama ulaşamayan şehitlerimize rahmet olsun.

DADAŞLAR DİYARI ERZURUM

Her yıl en az bir kez sıla-i rahim yapmaya çalışıyorum. Genelde bu gidişleri bayramlara denk getiriyorum. İki yıldır Ramazan’ın son oruçlarını Erzurum’da tutmak nasip oldu. Ramazan yazın sıcak günlerine gelince Erzurum’da oruç tutmak daha bir keyifli oluyor. Erzurumlular boşuna demiyorlar “İstanbul ne ki, Erzurum yayla!”

Bu sene Erzurum’u daha bir canlı gördüm. Hem Palandöken Dağı hem de Erzurum ovası yemyeşil. Bu yıl yağmurun çok yağdığını söylüyorlar, yeşillik de o yüzdenmiş. Bizim çocukluk günlerimizde yazın çok fazla yağmur yağmazdı. Haziran’dan sonra Palandöken sararmaya başlardı. Zaman zaman yağmura da şahit oldum ancak yağmurlar bölge bölge yağıyor, bir tarafta yağmur varken diğer tarafta güneş göz kamaştırıyor. Yağmurla güneş biraraya gelince gökkuşağı, Erzurumluların deyimiyle “ebem kuşağı” sizi selamlıyor.

Cumhuriyet Caddesi’nde Taşmağazaları’nda güler yüzlü mutlu insanlar gördüm. Bayram öncesi alışveriş trafiği artmış durumda. Bütün dükkanlar sahura kadar açık. Dadaşlar büyük bir olgunluk içerisinde mutlu yüzlerle o dükkan senin bu dükkan benim dolaşıp duruyorlar. Daha önceleri böyle gelmemişti bana, sanki bu yıl bir başka. Meşhur Sarı Gelin Türküsü’ndeki “Erzurum çarşı pazar leylim aman. İçinde bir kız gezer…” dizelerini hatırlattı bana.

Camilerde tıklım tıklım son cüzler okunuyor, hatim duaları yapılıyor. Eskiden Erzurum’da 1001 hatim geleneği vardı, devam ediyor mu acaba? Erzurum’da çok sayıda tarihi cami var. Camilerin en büyüğü Ulu Cami, Saltuklular döneminden kalma. Dikdörtgen yapısı, iri kalın taş minaresiyle dikkat çekiyor. Diğer bir tarihi cami Kıbrıs fatihi Lala Mustafa Paşa tarafından yaptırılmış olan Lala Paşa Camii. Camiin yanında Yakutiye Medresesi tarihe meydan okuyor. Müze olarak kullanılan bu mekanın desenli kapısı, yivli minareleri sizi başka bir âleme, başka bir medeniyete çağırıyor.

Erzurum’un bugünkü halini düşünerek içimden şöyle seslenmek geçti: “Dadaşlar bu ne haldir? Dedelerinizin yaptığı şu eserlere bakın ibret alın. Kendinize gelin! Yeni binalar neden hiçbir kültür değeri taşımaz?”

Lala Paşa Camiinin önünde şırıl şırıl akan şadırvan benim için ayrı bir önem arz ediyor. Çocukluğumda namaz saatlerinden çok önce gelir burada abdest alırdım. Su sesleri arasında aldığım abdestler ruhumu dinlendirir, burada sükun bulurdum. Zaman zaman namaz bekleyenlerin sohbetine kulak misafiri olurdum. Birçok camiin önünde şadırvan olmasa da gürül gürül akan çeşmeler var. Cennet Çeşmesi, Dabakhane Çeşmesi gibi.

Ulu Camiin yanında Çifte Minareli Medrese, karşısında Erzurum Kalesi ve Saat Kulesi, arkasında Üç Kümbetler, doğusunda Narmanlı Camii ile bir tarihi vadi şeklinde geçmişten geleceğe ışık tutuyor. Bu tarihi dokuyu bozan gecekonduların yıkıldığını görmek beni çok sevindirdi. Erzurum Büyükşehir Belediyesi çevreyi yeniden tanzim ederek büyük bir hayır işliyor. Yüzyıllarca yıl önce 1900’lü rakımda bu kadar estetik ve zarif yapılar yapmak, gri soğuk taşı işlemek hangi bakış açısının ürünüdür acaba? İyi insanlar iyi işler yaparak göçüp gittiler bu diyarlardan. Rahmet onlara…

Erzurum, Palandöken Dağının kuzey eteklerinde kurulmuş 413 bin nüfuslu bir şehir. Doğusunda, yani Kars Kapı tarafındaki küçük tepelerde düşmanı önlemek için Sultan Abdulmecid, Sultan Abdulhamid tarafından tabyalar yapılmış. Onların adlarıyla anılan Mecidiye, Hamidiye Tabyaları Rusların şehri işgaline karşı savunma mevzileri olmuş. Kurtuluş Savaşı’mızın kahraman kadını Nene Hatun’un mezarı da burada.

Kadim şehir Erzurum’a dair anlatılacak çok şey var ama bayram yazısında bir tadımlık muhabbet ettik. Oltu taşı tesbihler dostlar için iyi hediye. Tortum cağ kebabı, kadayıf dolması iyi bir ikram.

SERHADDE DOĞRU: KARS

Erzurum’a her geldiğimde Kars’a gitme planı yaparım, ancak bir türlü nasip olmamıştı. Bu bayram artık gitmeliyim diye kendime telkinde bulundum. Bayramın son günü sabah namazında yola çıktık. O güne kadar Kars istikametine Hasankale’ye, yeni adıyla Pasinler’e kadar gitmiştim. Yani Hasankale’nin çermikleri sınırım olmuştu. Her nedense Erzurum’dan öte tabiatın ağaçsız, boz dağlardan oluştuğuna dair bir önyargım da var.

Hasankale İbrahim Hakkı Hazretleri’nin memleketi. Erzurum’da İbrahim Hakkı’nın kıymetini bilmediklerinden dolayı Hasankalelilere “kor galalılar”denir. Biliyorsunuz İbrahim Hakkı hayatının büyük bölümünü Tillo’da geçirmiş ve de orada vefat etmiştir.

Hasankale’ye selam verdikten sonra Aras Nehri boyunca Kars istikametine ilerlemeye devam ettik. Yolumuzu muhteşem bir köprü kesti. Etrafında hiçbir yerleşim olmayan, tabiri caizse bu ovanın düzünde böyle bir köprünün ne işi var? Bu köprü İlhanlı Hükümdarı Gazan Han’ın veziri Emir Çoban Salduz tarafından 1298 yılında yaptırılmış. Aras Nehri üzerindeki köprü 8 kemer gözlü olarak inşa edilmiş. Köprünün üzerinde atalarımızın Tekke-i Mürgan dedikleri kuş sarayları bulunuyor. Ne müthiş asalet! Deli düzün ortasına bu kadar güzel bir köprü yap, üzerine de kuş sarayı kondur. İşte burası sözün bittiği yer.

Hasankale ovasının erenleri İbrahim Hakkı’ya, Alvarlı Efe’ye selam ve dua ederek yolumuza devam ediyoruz. Aras’ın kenarları bozkırın rengarenk çiçekleriyle dolu. Gökkuşağının bütün renkleri bu yüksek ovalarda arzıendam ediyor. Ben daha kır mekanlara doğru gideceğimi düşünürken Aras’la doğuya doğru bitki örtüsü değişiyor. Tabiat alabildiğine güzel, sis bulutları nerdeyse yere inmiş durumda. Gökle yeryüzü bu mübarek günlerde bayram ediyor. Ara sıra sığır sürüleri yolumuzu kesiyor. Bir türkümüzde Aras ne güzel anlatılır.

Aras Aras han Aras

Bingöl’den kalkan Aras

Al başımdan sevdayı

Hazar’da çalkan Aras

Yüksek ovalardan vadilerden geçtikten sonra Kars’a varıyoruz. Sabahın erken saatleri Kars henüz uyanmamış, yollar boş. Şehre girdikten yaklaşık 5 dakika sonra karşımıza tarihi bir cami çıkıyor. Hem tarih hem de cami olunca selam vermeden, destur almadan yola revan olamayız. Arabamızı park ediyor, bahçe içerisindeki camie yaklaşıyoruz. İki minareli, taş camiin stili farklı. Buranın kiliseden bozma bir cami olduğunu anlıyoruz. Kars Fethiye Camii Rusların Kars’ı işgali sırasında kilise olarak yapılmış. Ruslar Kars’tan çekilince camiye çevrilmiş.

Fethiye Camiinden ayrıldıktan sonra Kars Kalesine doğru ilerliyoruz. Kale’ye varmadan birçok tarihî yapı bizi karşılıyor. Burada da Erzurum’daki gibi bir tarihi vadi oluşturma çalışmaları var. Sultan Alpaslan kapısından tarihi mekana giriyoruz. Karşımızda bir cami ve önünde bir türbe var. Cami Evliya Camii, türbe ise Anadolu’ya ilk gelen erenlerden Ebul Hasan Harakani’ye ait. Meşhur Aslanlı Veli. Harakani hazretleri diyor ki: “Her kim bu dergâha gelirse ekmeğini veriniz, inancını sormayınız.”

Türbenin yanında bu yazının bir afiş üzerine yazılı olduğu mekan var, ancak sanıyorum bayram münasebetiyle kapalı. Üstadı ziyaret edip Fatiha okuyoruz. Türbenin önündeki avluda küçük taşlardan yapılmış bir bina var. Merak saikiyle kapısına yaklaşıyorum, kitabesinde Harakani Kültür Merkezi yazıyor. Harakani’nin hayatını anlatan bir kitapta okumuştum, hazret vadilerde siyah aslana binerek dolaşıyor, ancak hanımından eza ve cefa çekiyor.

Kalenin yamacında kümbet tarzı mimarisiyle dikkat çeken Kümbet Camii kiliseden camiye çevrilmiş. Kapalı olduğu için içini göremedik.

Artık kaleye çıkma vakti, ancak nereden gideceğimizi bilmiyoruz. Bir iki eskimiş tabelayı takip etmeye çalışıyoruz, fakat yolu doğrultmak oldukça zor. Kalenin eteklerinde yerleşik gecekonduların arasından bir yol bularak kaleye çıkıyoruz. Gördüğüm kadarıyla burada da Erzurum’daki gibi bir temizliğe ihtiyaç var. Kale şehre hakim bir tepeye konuşlandırılmış. Saltuklular zamanında yapılmış, Moğollar tarafından yıkılmış, Osmanlılar tarafından tekrar imar edilmiş. Arabayla kalenin içine girebildik. Bu mekanda mescit ve sosyal tesisler bulunuyor.

Kahvaltı yapmak üzere sosyal tesislere girdik. Hava biraz serin; içeride mi yoksa dışarıda mı oturalım tereddüdünden sonra Kars’ı iyi göreceğimiz açık bir yere oturduk. Kars usulü bir kahvaltı yapmak isteyince garson “Abi bana bırakın. Ben size güzel bir kahvaltılık hazırlayayım ” dedi. Önce semaverde çayımız geldi. Semaverde su kaymaya dururken garson masamızı donattı. Masanın efendisi Kars kaşarı ve balın lezzeti farklı idi.

Kaleden Kars düz bir zeminde kurulmuş yeni yapıların ağır bastığı 100 bin nüfuslu bir şehir olarak görünüyor. Son yıllarda bütün şehirlerde yaşanan hızlı değişim burada da kendini fark ettiriyor. Yeni mimariyle bütün şehirler birbirine benziyor.

Kars’tan Ani Harabelerine varmak için 48 km. yol gitmemiz gerekiyor. Yol boyunca yeşil çayırlar içindeki köy ve kasabalardan geçiyoruz. Ani kocaman surdan kapılarıyla bizi karşılıyor. Biletimizi alıp içeri girince oldukça geniş ve dağınık bir alanda onlarca tarihi eser görüyoruz. Bir hesap yapıyorum ve hızlı bir turla 3 saatlik bir zaman diliminde harabeleri dolaşıyoruz. Adına harabe denmesine rağmen birçok tarihi yapı zamana ve mekana meydan okuyarak dimdik ayakta duruyor. Kiliseler, camiler, saraylar Arpaçay’ın batısında yüksek, çevreye hakim bir konumdaki bu tepeye yerleşmişler.

Ani Ermeni Pakraduni Henadanlığına 80 (961-1045) yıl başkentlik yapmış. 11, 12. Yüzyıllarda Selçukluların kontrolüne girmiş. Pakraduni Hanedanlığından kalma en önemli eser Ani Katedrali, diğer adıyla “Meryem Ana Kilisesi”. Ana gövdesinin ayakta kaldığı kiliseyi, Ayasofya’yı onaran mimar yapmış.

1064 yılında Ani’yi fetheden Sultan Alparslan Ani Beyi olarak atadığı Manuçehre iki katlı, Arpaçay’ı gören bir camii yaptırmış. Buranın Anadolu’da Türkler tarafından yaptırılan ilk cami olduğu söyleniyor. Camiye geldiğimizde telefonlarımıza “Ermenistan’a hoş geldiniz” mesajı geliyor. “Yahu Ermenistan neresi?” diye sorunca Arpaçay’ın doğu yakasının Ermenistan olduğunu öğreniyorum. Arpaçay iki ülke arasında sınır. Ermenistan tarafında da geniş bir kazı çalışması yapılıyor, ancak herhangi bir tarihi eser görünmüyor. Ermenistan tarafında sınır karakollarını görüyoruz.

Ani başlı başına bir gezi konusu. Ani üzerine anlatacak çok şey var…

Ani’den ayrılıyoruz. İstikametimiz Çıldır Gölü. Yol boyunca yeşil meralardan geçiyoruz. Bitki örtüsündeki renklilik dikkatimi çekiyor. Zaman zaman arabadan inip fotoğraf çekiyorum. Kars yöresinde bin 250’den fazla bitki yetişiyormuş, bunların 100 tanesi sadece bu bölgede imiş.

Ben Tortum Gölü gibi bir yer bekliyorum, ancak karşımıza çıkan kocaman bir deniz! Ucu bucağı görünmüyor. Çıldır Gölü, Van Gölü’nden sonra Doğu Anadolu’nun en büyüğü. 1965 rakım yükseklikteki gölün etrafı meralarla kaplı. Gölde en çok aynalı sazan balığı yetişiyormuş. Kışın buz tuttuğu için buzlar kırılarak balık avlanıyormuş. Gölün kenarında bulunan bir lokantada da balık yemek için mola verdik. Fakat müthiş bir içki kokusu etrafa yayılıyor. İçki yüzünden balık yemekten vazgeçtik.

Gölün kenarında çok güzel bir asfalt yol var. Aklıma Kars’a gelen politikacılara halkın “Bizim sizden şikayetimiz yok. Biz Ruslardan şikayetçiyiz. 100 sene önce buralara birçok eserler yapıp gittiler” diye sitemde bulunmaları aklıma geldi. Herhalde bu yolları gören Karslılar hala Rusları anmıyorlardır.

Çıldır gölü Kars’la Ardahan sınırları içerisinde. Çıldır Gölü’nü arkada bırakıyor, Ardahan’a doğru yol alıyoruz. Ardahan’ın girişinde yüksek bir tepenin üzerinde modern çok sayıda bina görüyoruz. Taçlı bir kapının üzerinde Ardahan Üniversitesi yazıyor. Ardahan Kars’tan ayrılarak yeni il olmuş bir şehir. 20 bin dolayında bir nüfusa sahip küçük bir yer. Ardahan hayvancılığı ve güzel tabiatıyla bilinen bir belde. Şehri görmek için bir iki cadde turu yapıp, oradan ayrılıyoruz.

Ardahan’dan çıkınca müthiş bir yağmur bastırıyor. İnşaallah sel olup da yollar kapanmaz diye dua ediyoruz.

Ardahan’dan sonra ormanlı vadileri yararak Göle üzerinden Oltu’ya varıyoruz. İkindi namazını tarihi Aslanpaşa Camiinde kılıyoruz. Şehrin çıkışında Çıldır’da yiyemediğimiz balık yerine cağ kebabı yiyor, Tortum üzerinden sabah namazında çıktığımız Erzurum’a yatsı namazında ulaşıyoruz.

Anadolu’nun her yerinde görülmeye değer o kadar çok yer var ki! Hâlâ bayram tatilinde iseniz bugüne kadar görmediğiniz en yakın bir mekanı keşfe çıkın.