Bu topraklarda doğduğuma, buralı olduğuma, hatalı, kusurlu ve günahkâr olsam da hakikate inanmış bir milletin evladı olduğuma şükürler ediyorum. Şikâyet edenleri de çok anlamıyorum ve anlayamıyorum ama bazı kusurları da görüyorum elbette. Ve yine de “O kadarı da olsun” diyorum çoğu vakit. Ve “Kusur gören kusurludur” fehvasınca görmezden geliyorum. Ve şuna inanıyor ve öyle yaşıyorum ki, samimiyet diye bir cevher var bizim sinemizde. Ve ben en azından kendi adıma diyebilirim ki hissetmeden yaşanmaz ve yaşayamam. Ben samimiyete inanırım kâri. Gerçek ve namuslu bir samimiyet. Hiçbir hesabı olmayan, bir karşılık murad etmeyen insanların samimiyeti…
Bayram da benim için çokça samimiyet demektir aslında. Öyle katı ritüellere boğulmuş, mecburen ve bazen lütfen yapılacak hallerden sıyrılmış olmalı bence bayram. Ve yine bayram işte. Zihnimde onca düşünce… Bir yığın hatıra var. Sana da öyle olur mu bilmem ama bayram günleri bir yanımda hüzün olur hep benim. “Dokunsalar ağlarım” diyemiyorum ama bir bayram günü ağlayan birini görsem çok dokunur bana. Hem “Bayram gelmiş neyime” diye yakılmış türkülerimiz ve hiç değilse “Bayramdan bayrama” selam bekleyenlerimiz varken… Belki de sırf bu hisle diyorum ki unutalım. Kırgınlıkları mesela, küskünlükleri, kini, nefreti, hesapları, dünyalık ne varsa bir kenara bırakalım. Hesapsız sevelim. Bir çocuğun ve bence daha ziyade yetim bir çocuğun ama her çocuğun yüzündeki bir parça tebessüme sebep olabilelim. Bütün çocukları bir kere bile olsa kendi çocuğumuz gibi görebilelim. Dünyada sanki onlara yetecek bir lokma ekmek yokmuş gibi aç bırakılmış gariplerin “doydum” dediğini duyabilelim. Bayram bu kez de bizden çok onlara gelsin diye az da olsa kendimizi unutabilelim. Zor biliyorum ve ben kendimce hayaller kuruyorum aslında. Ve hayalime inanıyorum. Zira bazı hayaller gerçeklerden çok daha güzel…
Bayram bazen sessiz gelir kâri. Bazılarına çok sessiz gelir bayram. Öyle sessiz gelir ki kimseye uğramamış zannedersin. Yalnız hissedersin kendini, öyle sıradan bir yalnızlık değil bütün dünyada tek başına kalmış ya da öyle bırakılmışsın gibi. Mesela bayram sofrasında boş kalmış bir sandalyeye çakılı kalmış gözler memleketimde. Ceplerinde sahibini bulamayacak harçlıklarla bekleyen dedeler vardır. Ellerinde öpülecek bir yerin boş kaldığı babalar, anneler… İşte bunun için, öyle hisseden ve hakikaten de öyle olanlar için de bazı şeyleri unutmayalım. Benim için, senin için, bizim için ve vatan için babasız kalmış çocukları, anasız kalmış yavruları, evlatsız kalmış babaları ve hatta torunsuz kalmışları unutmayalım. Ellerini öpecek bir tek evladı varken “Vatan sağ olsun” deyip de içine ağlayanları, torunuyla bayramlaşmak için şehitliğe koşanları “Her bayram Ömer’im bana gelirdi elimi öpmeye bu bayram ben ona geldim” diye mezar taşını öpen Satı Nene’yi unutmayalım. Satı Nene’yi gördün mü kâri? Yirmi yaşındaki torunu hainlere karşı dururken vatan için verdi canını. Şimdi bayram onun memleketinde çok sessiz ve “Bayram geldi de sen gelmedin Ömer’im” diyerek bir mezarın başında ağlıyor. Yaşlı gözleri her anlamda ve çok daha fazla yaşlanıyor. Unutalım mı yani şimdi onu? Torunu biz olmayalım mı onun? Ellerinden öpmeyelim mi? Ya da bayramda et dağıtmak için giderken cennete uçan Yasin’i… Unutalım mı yani? Yasin’in babasının gözlerinden yaş akarken evlat olmayalım mı ona da? Unutalım mı hepsini ve daha nicesini… Yoksa şimdiden unuttuk mu onları?
Âh kâri! Bayram gelir, yine gelir. Ama bazılarına çok sessiz gelir ve biz de unutursak şayet onları kurur gönlümüzde bir şeyler…