Nereye dönsem ve kiminle konuşsam bu ara, herkes kültür ve sanat diyor farklı mecralarda. Herkes eksikliğinden dem vuruyor sanatın hayatımızda ve kültürel mahrumiyetin bizi getirdiği eşiğin trajedisini konuşuyor.
Ben de konuşuyorum ve duyumsuyorum eksikliğini kültür ve sanatın. Nereye baksam görmeyi arzuladığım ve sürekliliği olan kültür biçimiyle, terbiye eden sanat hareketlerini görememenin eksikliğini duyumsuyorum.
Duyumsamamak mümkün mü? Yaşadığımız onca ahlaki, entelektüel ve kültürel kırılmalarla, savrulmaların dekadansından neşet eden bir dünyada, sanatın, estetiğin eksikliğini duyumsamamak mümkün mü?
O halde ne yapacağız? Kanıksamaya devam mı edeceğiz bu durumu? Alıştığımızla, oluştuğumuz bu düzenin çarkına çomak sokmayacak mıyız? Yeni alışkanlıklar ve akışkanlıklarla kültürel bir devrime omuz vererek geleceğin dünyasını kurmayacak mıyız? Sanatın, gittiğimiz yerlerde kurgulanmış masallar kıvamından, bulunduğumuz her yerde hakikatin veçheleri kıvamına imza atmayacak mıyız? Güzelliğin aranılan bir şey olmaktan çıkıp, ellerimizin ürettiği ve adımızla yanyana yazılan bir eylem olduğu günlere varmayacak mıyız?
Ne yapacağız? Üzerine kapandığımız kafamızı kuma gömmeye devam mı edeceğiz? Yoksa dünyaya nefes aldıracak ve içine düşülen derin kuyudan fışkırırcasına çıkacak bir harekete ilham mı olacağız?
Seçenek bizde! Kadir-i mutlak Allah, ama o mutlakıyet içinde bir cüz’ü seçerek tüm varlığa teşmil etme hareketini seçmek bizde. Hukukullah’ın sınırları içinde tüm özgürlüğümüzle hareket ederek dünyayı yeniden ve içerden üretmenin imkanı bizde. Dünyanın bütün realitelerine uymayan ütopyalar üreterek onları gerçeğe dönüştürmek için var gücüyle çalışmanın imkanı bizde. Geçmişte olduğu gibi dudak uçuklatan güzellikte şehirler kurarak, kültür ve medeniyetin zaferini ilan etmek imkanı bizde. Endülüs’ten Maveraünnehir’e, Kazablanka’dan Buhara’ya medeniyetin yapıtaşlarından sanatı üreterek dünyaya armağan etmenin imkanı bizde.
Ama bu, kısır çözümlerle olmaz. Ne bir dergi çıkararak ne de ekranlara sahip olup, kamerayı manipülasyon silahı olarak kullanarak olmaz. Bu hareket ancak köklü ve uzun soluklu çabalarla gerçekleşebilir. Bu hareketlere ilham verecek şey, hayatın içinde devşirilen hakikatlerle göklerden indirilen hakikatlerin kesişmesi olmalıdır. Ne çağın dili ve ihtiyaçlarına ne de tüm zamanları içine alan hakikatlere sırt çevirerek, uzun soluklu ve insanları fıtratlarından yakalayan ya da en azından fıtratları olduğunu hatırlatan hareketlere imza atamazsınız.
Bu ve birçok konuda yapılan yanlışlar yaklaşık 200 yıldır aynı. Bir zamanlar halka rağmen yapılan kültürel devrimler söz konusuydu, şimdilerde halkın içinde olduğu bir kültürel devrim söz konusu. İkisinde de eksik olan şeyse Hakk ve hakikat. Hakk’ın perspektifiyle insanın yaşayışıarasındakiçekim gücünün olmaması. Hayata hakim olan metafizik gerilimin hesaba katılmadan devrim ya da darbelerin gerçekleştirilmiş olması. Osmanlıda sınıfta kaldıbu konuda, Türkiye Cumhuriyeti de. Hatta bugünün iktidarıda.
Ama hiçbir şey için geç değil. Telafisi imkansız hatalara erdiğimiz gün kıyametin soluğu ense kökümüzde demektir. Dünyayı cehenneme çevirmeyi başarsak da, kıyametin zamanını Allah’tan başka kimse bilmiyor. Bu da ümit var hala dedirtiyor bize. Hala zaman var.
Ne için? Kültür ve sanat için. Kültür ve sanat üzerinden insanı aslına rücu ettirerek fabrika ayarlarına dönmesini sağlamak için. Adem’in tevbesini hatırlatıp cennete yolculuğuna Burak olmak için. İnsanın bağının kesilme noktasına geldiği Tanrı’yla arasındaki buzları eritip, geometrik desenlerin sonsuzluğundan köprüler kurarak, o bağıtekrar inşa etmek için. Hala zaman var.
Ama bunun için topyekün imha silahları yerine topyekün inşa bilincine ihtiyaçvar. Topyekün seferberliğe ihtiyaçvar. Kültür ve sanatın giremeyeceği alan ve sızamayacağıdamar olmadığının bilinciyle kültürel seferberliğe ihtiyaçvar.
O vakit, kültürel seferberlik, hemen, şimdi!