Çarşamba günü, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın 20 ülkede düzenlediği panel serilerinden biri olan Berlin’deki panele ve çalıştayına katıldım. Panelde ve çalıştayda Alman akademisyenler, diplomatlar ve gazetecilerle bir araya gelerek Türkiye, Avrupa, Türkiye-Almanya ilişkilerinin geleceği, uluslararası sistemdeki krizi ve daha adil bir dünyanın mümkün olup olmadığını tartıştık.

Uzun yıllardır Almanya üzerine çalışıyorum; Alman diplomatlar, gazeteciler ve siyasetçilerle düzenli olarak görüşüyorum. Ancak ilk defa Almanya ve Avrupa’daki liderleri bu kadar çaresiz ve kararsız bir durumda gördüm. Dahası, ilk defa Alman muhataplarımızın Türkiye’ye karşı bu kadar olumlu bir yaklaşım sergilediklerine şahit oldum. Daha önce hiç görmediğimiz bir mütevazılık havasının üzerlerine çöktüğünü söyleyebilirim.

Bu bağlamda, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın farklı ülkelerde gerçekleştirilen bu panel serisinin zamanlamasının son derece isabetli olduğunu belirtmeliyim. Çünkü bugün, yalnızca Avrupa değil, tüm dünya küresel sistemin geleceğini ve belirsizlikleri tartışıyor.

Avrupalı ve özellikle Alman muhataplarımız, yıllardır içinde bulundukları bir rüyadan uyanmış gibiler.

Soğuk Savaş sonrası dönemde ABD’nin güvenlik şemsiyesi altında zenginleşen, gelişen, sürekli genişleyen ve son 10 yıldır duraklayan Avrupa Birliği, bugün gerileme sürecine girmiş durumda.

Aslında bu krizin geleceği uzun zamandır belliydi ve pek çok işaret de mevcuttu.

Ancak Avrupalı liderler, bilindik hantallıkları, Avrupa Birliği’nin yapısal kararsızlıkları ve bürokratik engeller nedeniyle yaklaşan krizi görmelerine rağmen gerekli hazırlıkları yapamadılar.

Zira bu hazırlıkların gerektirdiği siyasi, diplomatik ve ekonomik bedeli ödemeyi hiçbir zaman göze alamadılar. Bugün ise büyük bir krizle karşı karşıyalar.

Bu krizin geleceği aslında uzun yıllardır konuşuluyordu. ABD’nin, kendisine küresel rakip olarak gördüğü Çin’e ve Asya-Pasifik bölgesine odaklanacağı öngörülen bir gelişmeydi.

Yine Avrupa’nın Rusya’ya olan enerji bağımlılığını azaltması gerektiği ve enerji kaynaklarını çeşitlendirmesi konusu neredeyse 30 yıldır gündemdeydi.

Yine Avrupalılar, özellikle Rusya’nın, 2008’de Gürcistan’a müdahalesi sonrasında daha agresif bir dış politika izleyeceğini öngörebilecek durumdaydılar.

2014 yılında Rusya’nın Kırım’ı işgal edip ilhak etmesi tüm Avrupa’yı uyandırmalıydı. Ancak Avrupalı liderler, bu sorunu yalnızca ekonomik yaptırımlarla yönetebileceklerini düşündüler.

2022’de Rusya’nın Ukrayna’yı tamamen işgal girişimi, Avrupa’nın uyanması için son fırsattı. Ancak Avrupa Birliği, o dönemde de ABD’nin desteğine ve Biden yönetimine güvenerek gerekli adımları atmadı.

Özellikle güvenlik ve silahlanma alanında atılması gereken ciddi adımların atılmadığını görüyoruz.

Bugün Trump yönetimi, Ukrayna-Rusya meselesinin tüm jeopolitik, ekonomik ve askerî maliyetini Avrupa’nın üzerine yıkacağını açıkça ilan etmiş durumda.

ABD’nin Ukrayna’dan çekilme kararı, Avrupalı liderleri büyük bir şok içinde bırakarak âdeta ne yapacaklarını bilemez bir hâle getirdi.

Avrupa Birliği’nin ve Avrupa’nın geleceği, önümüzdeki yıllarda alınacak stratejik kararlarla şekillenecek gibi görünüyor.

Artık Avrupalı liderlerin zaman kazanma veya krizleri erteleme lüksleri kalmadı. Hızlı ve kararlı adımlar atmak zorundalar. Özellikle Türkiye gibi stratejik aktörlerle doğru ilişkiler geliştirerek kendi güvenliklerini sağlamak durumundalar.

Şimdi esas soru şu; Avrupalı liderler bu esneklik ve beceriyi gösterebilecek mi?