Sözümüz gazetecilere…
Türkiye’de bir kısım marjinal gazeteci var ki siyasetçilerden daha fazla muhalefet yapmak adına misyon üstlenmekteler.
Amaç ve hedefleri; doğrunun, haklının, hakikatin sesi ve sözcüsü olmak değil, iktidara muhalif olan her şeyin borazanı olmak…
Bu bağlamda doğru-yalan/yanlış, etik veya ahlak dışı onlar için fark etmiyor. Yeter ki iktidara muhalif herhangi bir argüman olsun… Arka planına bakmadan hatta biraz da kendileri ekleyerek kamuoyu oluşturmak için kolları sıvıyorlar.
Bu bağlamda CHP’li siyasetçilerden daha fazla mesai yaptıkları açık. Burada haklarını teslim edelim.
Son yaşanan olay her şeyi net biçimde ortaya koyuyor.
Ne olmuştu, özet geçelim.
CHP’li gazetecilerin CHP’li siyasileri korumak, aklamak ve propagandasını yapmak adına nasıl şahsiyet ve mesleklerinden taviz verdiklerini göreceksiniz bu örnekte.
Her şey İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na açılan soruşturmayla başladı. İmamoğlu, CHP’li belediyelere yönelik açılan yolsuzluk soruşturmalarını konu alan konuşmasında bilirkişiyi hedef gösterdi. Bu süreçte CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in soruşturmanın savcısını tehdit ettiğini de hatırlayın lütfen.
MİSYON GAZETECİLERİNİN MESAİSİ YOĞUN (!)
Muhalif kesimde siyaset-sermeye ve medya üçgeninde oldukça yoğun ve iç içe girmiş ilişkiler mevcut ki bu ilişkiler ağının geçmişi Cumhuriyet’ten de eskiye dayanır.
Velhasılıkelam muhalif medyanın gazetecileri, İmamoğlu’nun çıkışından sonra devreye girdi. Söz konusu bilirkişiye ulaşıldı ve bir telefon görüşmesi yapıldı. Görüşmede kişinin yaşadığı semt bile soruldu. Sonrasında TV kanalına konuk olması teklif edildi ama bilirkişi kabul etmedi. İşin etik dışı kısmı şöyle gelişti; telefon görüşmesi, telefonda sesli kayıt şeklinde kayda alındı ve bilirkişiden habersiz TV kanalında yayınlandı.
Bu bağlamda İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca "bilirkişiyi etkilemeye teşebbüs" ve "kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması" suçlarından gazeteci Barış Pehlivan, Halk TV sorumlu müdürü Serhan Asker ve sunucu Seda Selek gözaltına alındı.
Verdikleri ifadelerde suçlamayı kabul etmediler.
Devam edelim…
Halk TV bu gelişmeden mağduriyet oluşturmaya çalıştı ve şöyle bir algı oluşması için söylem geliştirdi: “Türkiye’de basın özgürlüğü yok. Türkiye’de işimizi yapamıyoruz. Türkiye’de ifade özgürlüğü kısıtlanıyor.”
21 senelik aktif gazetecilik hayatımda gördüğümü yazayım.
Türkiye’deki ifade ve basın özgürlüğü ne Batı’da ne de Doğu’da var!
Çok seslilik bağlamında aşırı iyi bir noktadayız. Bu güzel bir gelişme ve fakat sınırın olmaması; hem devlet hem de millet için büyük bir sorun alanıdır!
Bu ülkede dezenformasyonu, mesleğinin temeline koyan gazeteciler güruhu var ve bu özgürlük değildir. Peki ya nedir? Çok ciddi millî güvenlik sorunudur.
İşte bu kitle, sorunlu yayınları için hesap vermek istemiyor!
Bu kitle, etik dışı meslek icraatları için yargı konusu olmak istemiyor!
Bu kitle, yakın tarihlerinde olduğu gibi evlerinin salonlarında yine “hükûmet kurup hükûmet indirmek” istiyor.
Bu kitle postmodern darbelerle iftira, yalan ve propagandaya devam edip, cuntacılarla iş tutup hiç hesap vermek istemiyor.
Fakat eski alışkanlıklar eskide kalmalı!
Artık vesayet bitti.
Artık cuntacılar, etik ve ahlak dışı yayın yapanlar hesap veriyor.
Fakat ne yapıyorlar? Pozisyonlarını kaybetmemek adına direniyorlar. “Direniş” siyaset ve medya dayanışması şeklinde ilerliyor.
Bu yazıya bahse konu olan soruşturma kapsamında, etik dışı yayına getirilen gözaltıları bakınız kimler eleştirdi?
Özgür Özel, gözaltıların ardından Halk TV yayınına bağlanarak "İnsanların artık sel olup bu sokaklara akması lazım. Onlar bizi sindirmeye çalışıyor." dedi.
TV100 kanalının ana haber bültenini sunan spiker ise kapanışta “Özgür değiliz” mealinde bir ifade kullandı ve program sonlandırılmadan küfürlü el hareketi yaptı.
RTÜK devreye girdi.
RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin, sosyal medya paylaşımında, “TV 100 ekranlarında ana haber bülteni sunan Kübra Par, bugün gazeteciliğin ‘etik’ ilkeleriyle ilgili yorum yapmıştır. Millete hitap eden bir ekranda özgür olmadığını söyleyerek bu yakışıksız hareketini rahatça yapabilen Kübra Hanım’ın, özgür olduğunda neler yapabileceğini de açıkçası çok merak etmekteyiz.” ifadelerini kullandı.
Spiker, ekranda küfür hareketinin yanlışlıkla ve yönetmenle arasındaki bir diyalog sonrasında geliştiğini belirtti. Normalde böyle bir pespayeliği yazıma konu dahi etmem ve fakat aziz Türk milletinin böyle bir muhataplığa maruz kalmasını içime sindiremedim.
Gazeteciliğin etik ilkelerini hiçe sayan insanları “özgür değiliz” diyerek savunup kamuoyuna yönelik saygısızca küfür hareketinin yapılması; şirazeden çıkmanın göstergesidir.
Üstelik bu hareketin ekrana yansıtılmasının sehven değil, planlı yapıldığını düşünüyorum. Televizyonculuk bilgime göre aktarayım; kapanış anonsu sonrası yayından çıkmak için en az sekiz saniye beklenmelidir. Bu süre geçmeden yayından çıktığınıza emin olamazsınız ve bunu tüm yayıncılar bilir. Anonsu yapıp beş saniye sonra bu hareketi yapan kişi ya kasıtlı biçimde bunu ekrana yansıtmıştır ya da bu işi cidden öğrenememiştir.
Son yorumum; halkımız bu gibi insanları tanımayı hak etmiyor.