Bolu'nun beyaz örtüsüne kara bir leke gibi düşen elim hadise, yüreklerde sönmeyecek bir ateş yaktı.
Kayak merkezinin neşeli çığlıkları, yerini acı feryatlara; umut dolu bakışlar, yerini çaresizliğin gri boşluğuna bıraktı.
Alevler, sadece bir oteli değil, insanlığın vicdanını da kavururken geriye acı ve sorgulama dolu bir sessizlik kaldı.
Ve bir de birbirimizi suçlamalar...
Ateşin ortasında, çaresizliğin pençesinde kıvranan bedenler...
Ölümün soğuk nefesini ensesinde hissedenler, son bir umutla alevlerden kaçmaya çalışanlar...
Bir annenin, yavrusunu kurtarmak için onu boşluğa bırakışı hangi sözle tasvir edilebilir?
Ya da genç bir kızın, babasını telefonla arayıp durumu anlatması, atlayıp atlamamayı babasına sorması...
Bir babanın, canı ciğeri evladına verebileceği ne cevap olabilir ki?
Ateşin dayanılmaz acısı karşısında, yüksekten kendisini boşluğa bırakarak ölüme atlayanlar...
Hangi yürek bu acıya katlanabilir?
Bu sahneler, insanlığın trajedisini en acı şekilde resmediyor, zihinlerde silinmeyecek izler bırakıyor.
Bu acı hikâyeler, kulaklarımızda defalarca yankılanan bir soruyu da beraberinde getiriyor; neden?
Neden Batı ülkelerinde tedbir elden bırakılmazken; neden bizde suistimaller peş peşe geliyor?
Beş yıldızlı otelin ışıltılı tabelasının ardında gizlenen ihmaller zinciri; yangın merdivenlerinin yokluğu, basit yangın söndürücülerin bile eksikliği...
Tüm bunlar, menfaatin insan hayatından nasıl daha değerli hâle geldiğinin acı bir göstergesi değil mi?
Kâr hırsının gözleri kör ettiği, vicdanları körelttiği bir sistemde bu tür faciaların yaşanması kaçınılmaz bir son.
Tedbiri üreten akıldır.
Akıl; tehlikeyi önceden görmeyi, önlem almayı, hesap yapmayı, plan ve proje üretmeyi, denetim yapmayı sağlar.
Akıl; sorumluluk duygusunu besler, vicdanın sesini yükseltir.
Ancak bu akıl kullanılmazsa, denetim mekanizmaları işlemezse, sorumsuzların pervasızlığı masum canlara mal olur.
Denetim, sorumsuzluğun panzehiridir; adil, tarafsız ve titizlikle yapılmalıdır.
Bolu’daki hadisede denetimsizlik bariz ortadayken bu konuda, samimi bir şekilde tüm sorumlular (sorumsuzlar) bedel ödemelidir.
Aksi takdirde göz yumulan her ihmal, yeni bir acının kapısını aralayacaktır.
Kendi sorumsuzluklarımızı, açgözlülüğümüzü "kader" diyerek geçiştiremeyiz.
Başımıza gelen her felaketin bir sebebi vardır ve bu sebepler genellikle insan elinden çıkar.
Yapmamız gerekirken yapmadıklarımız, yapmamamız gerekirken yaptıklarımız; ihmallerimiz, bencilliklerimiz ve beceriksizliklerimiz...
Tüm bunlar, acı sonuçların tohumlarını ekiyor.
Peki, bu kısır döngüyü kırmak, acıların tekrarlanmasını önlemek mümkün değil mi?
Elbette mümkün.
Yeter ki aklı, vicdanı ve sorumluluk duygusunu rehber edinelim; insanın ve insan hayatının menfaatlerimizden önce geldiğini bilelim ve her birimiz üzerimize düşeni hakkıyla yapalım.
Ancak o zaman, beyaz örtülere kara lekeler düşürmeden huzur içinde yaşayabiliriz.