“Biz mazlumların umuduyuz” diye yazdığımda ya da benden çok evvel ve benden çok tecrübeli ve ferasetli onlarca insan söylediğinde bu cümle hamasi bir cümle gibi geldi belki de bazılarına. Ama öyle değildi ve değil. Zira son olanlarla yine ve yeniden gördük ki dünyada halen dahi insanlık, halen dahi merhamet ve halen dahi bir umut varsa o da biz varız diye var.
Suriye’deki zulümden ve kıyımdan kaçıp da evlerini, yurtlarını terk etmek zorunda kalan insanlara “Medeni Avrupa” diye diye bize yutturdukları canilerin reva gördüklerine hep beraber şahit oluyoruz. Kendi ülkelerine girmesin diye onları aç sefil sınırlarda bekletiyorlar. Kurtulmak için çoluk çocuk derme çatma bir botla gidenlerin üzerlerine teknelerini sürüyor, ateş ediyor, onlara dağıtılan yiyecekleri ellerinden alıyor, ceplerindeki paraları gasp ediyor, vuruyor, öldürüyor ve hatta sırf dönüp de gitsinler diye bebeklerin ellerinden biberonlarını alıyorlar.
…
Yazdım aslında daha önce ve hiçbir şey değişmedi
“Dünyanın hangi ülkesinde, hangi ülkenin hangi şehrinde, ne dili konuşuyor ve neye inanıyor, kime benziyor ve nasıl yaşıyor olursa olsun içinde merhamet bulunan, adalet diye bir güce inanan, vicdanının sesini susturmamış, zulmün karanlığına bulaşmamış her kim varsa hepsinin ve hepimizin konuşmadan bile olsa anlayabileceği ve anlaşabileceği bir dil… Aslında böyle bir dil var aramızda, çok eskiden beri var, en eskiden beri ve bizim bulduğumuz bir şey değil, içimize konan bir dil… Sahile vuran çocuk bedenlerini gördüğümüzde, bombaların paramparça ettiği insanları seyrettiğimizde, kimsesiz yetim kalmış binlerce mülteci çocuk kaybolur ya da kaybedilirken, Afrika’da cadı diye aç bırakılmış ve neredeyse ölecekken küçücük bir çocuk ya da babası son bir umutla kurtarıp kucağında çocuğunu götürürken ayağına çelme takıldığında hissettiğimiz her hangi ülkede olursa olsun, hangi dine inanıyor bulunursa bulunsun içi titreyen, gözünden yaş süzülen, bir masum çocuğun cesedine bakamayıp da gözlerini elleriyle gizleyen insanların konuştuğu sessiz bir dil… Bence dünyaya bunu hatırlatmalıyız. İnsan olduğunu ve insan olmanın yalnızca doğmak, yaşamak ve nefes almak anlamına gelmediğini hatırlatacak bir dil, bir merhamet dili belki de… Ve bu dili dünyada konuşan tek millet de biziz. Diğerleri sadece zulme susmayı, kin kusmayı, öldürmeyi ve katletmeyi biliyorlar.”
“Bir şeyin yeniden başlaması için bitmesi değilse de en azından duraklaması gerekir. Bu savaş hiç durmadı, duraklamadı, bir gün bile olsa fasıla olmadı. Evet, belki savaş meydanlarında eskiden olduğu gibi merdane bir karşılaşma görülmedi birkaç zamandır. Aslında biz savaş meydanlarında yenildiğimiz zaman yenilmiş olmadık. Asıl yenilgimizi gönlümüzde, inancımızda verdik. Onları bıraktığımız zaman da zaten kaybettik. Yani bu savaş hiçbir vakit durmadı, her vakit saldırdılar. “Dostuz” dediklerinde de düşmandılar. Şimdiyse eskiden beri tecrübe ettikleri ve dedelerinden tevarüs onlara da geçen merhamet, haysiyet yoksunluğu ile yine aynı pis davaları için ne milli, ne dini, ne kalbî –ki onlar bunun ne demek olduğunu bile bilmezler- tüm melekeleri yok sayıp insanları katlediyorlar. He şu da var aslında onların uşaklığını yapan ama bizden olduklarını iddia eden mahlûklar da yeni tebelleş olmadı başımıza, evvelden de vardılar. Yani resim başka olsa da çizen el aynı…”
…
Ezcümle “Batı nedir?” diye soran olursa “Batı zulümdür, batı nefrettir, batı kindir, batı katildir” dersiniz.