Yargı darbesi girişimi ülkemizde görmeye alışık olmadığımız bir darbe girişimiydi.

Ne de olsa her darbe girişimi farklı bir akılla geliyordu.

Bu defa yargıyı kullanarak milletin ve milletin seçtiklerinin başına balyoz gibi inmeye çalıştılar.

Yargı darbesi girişimi sonrası toplumda çok sorulan sorulardan biridir; Sıradan vatandaşın Feto’ya inanmasını bir yere kadar anlayabiliriz de koca koca taytılları olan yargıçlar, savcılar, hukukçular nasıl bu elebaşına bu derece inanabildiler, teslim olabildiler?

Bir insan yargıç olur, savcı olur… Ve bu sıfatlar çeşitli testlerden geçer. Peki insan olmak, vatanperver olmak, doğru-dürüst olmak, hain olmamak, yalan söylememek, sadakat sahibi olmak… Bunları nasıl test edeceğiz?

Feto’nun savcı ve hakimleri liyakat sınavından geçmişti ama 17-25 Aralık’ta vatana sadakat sınavında kaldılar. Demek ki; insan yetiştirirken eğitim ve diploma tek kriter olmamalı.

Doksanlı yıllardan hatırlıyorum… Bizler liseli yıllarımızda özellikle seçim dönemi evlere çiçek, kahve ve broşür dağıtmak için heyecanla koşuştururken “onlar”; “bu işler siyasetle olmaz, ele geçirilecek bir alan varsa o da eğitim” diyorlardı. Seçimde oy istersiniz onlardan, “yok, büyüğümüz başka partiyi işaret etti” derlerdi. Kudüs için miting yaparız “öyle sokaklarda bağırmakla olmaz, eğitimle her sorun çözülür” deyip burun kıvırırlardı.

Sonrasında kibir, üstenci bakış açıları ve elitist davranış biçimleri giderek derinleşen hastalıklı eğilimlere dönüştü. Ve sonra gördük aklını kiraya veren sözde “eğitimli” kişilerin ülkeye ne fena işler yaptığını…

Seküler eğitimi kutsayan başarı odaklı anlayışın köklerine bakarsak; August Comte gibi kuramcıların pozitivizm söylemleri dikkat çekiyor. Pozitivist bilim adamlarının kuramlarına baktığınızda eğitim her sorunu çözen bir unsurdur. Toplumlar eğitildikleri takdirde savaşlar olmayacak, insanlık huzur bulacaktır. Bu bilim adamlarına göre; insanlık tarihi Pozitif Evre ile birlikte gelebilecekleri en iyi noktaya gelmişlerdir.

Toplum süreçleri tarihin akışı içinde Comte’un söylediği gibi ilerlemedi. Bununla birlikte bilimdeki bu tarzın yanlışlığını ortaya koyan farklı sosyolog kuramcıları eğitimin toplumu dönüştüren tek unsur olmadığını ispatlamışlardır.

Günümüzde en sıra dışı örneğini gördüğümüz ‘eğitim odaklı ve din kılıflı’ örgüt tecrübesi bize eğitime dair yeniden düşünmemiz gerektiğini söylüyor.

Eğitim ama nasıl bir eğitim?

Dini eğitimi olabildiğince okul dışına atan seküler sistem kimlerin işine yarıyor?

Eğitim dediğimiz alanın içinde hangi disiplinleri nasıl organize etmeliyiz?

Bu soruların cevapları aranırken eğitimin felsefesi, amacı, işlevi ve gelecek tahayyülü netleştirilmeli.

***

Millet olarak, devlet olarak buradan ne hisse çıkaracağız?

Eğitim olması gereken sadece bir ‘donanım’dır.

Bizim işimiz ‘ruh’la… Ruhu donatmakla…

Ruh olmadan bilgi; eksik, yalnız ve bazen ‘yol’dan çıkarıcı…

Dolayısıyla biz seküler bilgiyi putlaştırıp kızıl elma edinemeyiz.

Dolayısıyla biz evlat yetiştirirken bugünün bilgisine ek olarak ‘dünün ve yarının ilmine’ haiz bir anlayışla hareket etmeliyiz.

Devlet olarak da iş tesliminde sistemin ölçütü başarıya ek olarak bazı erdemleri de aramalıyız.