Bu soruya ezber ve öğretilmiş algılardan “sade, anlaşılabilir ve kolay” cevabını verebiliriz. Ama maalesef cevap, o kadar basit değil.

Ankara’da hafta sonunda “Kanunların Dili Uluslararası Sempozyumu’nda elimde geldiğince “dil” meselesini, yatay ve dikey bağlantılarıyla ortaya koymaya çalıştım. “Dil” daha önceki yazılarımda vurguladığım gibi, ihmal edilebilecek sıradan, basit bir konu değil.

Descartes, “Cogito erga sum” (düşünüyorum, o halde var’ım) diyerek varlık ile dil arasında felsefi bir bağlantı kurmuştu. Nitekim dil, insanın düşünüyor olmasının ve dolayısıyla bunun neticesi/mahsulü olan düşüncenin de delilidir. Çünkü her bir kelime, düşünce dünyamızda şekillenen bir varlığın veya olgunun dış dünyaya yansıması olarak ortaya çıkmaktadır.

Düşünce, adeta bir elbise giyerek zihnimizden dış dünyaya çıkar. Dolayısıyla fikir dolabımızda düşüncelerimize ait ne kadar giysi varsa zihin dünyamızın yansımaları ve dışarıdan görünüşü de o derecede zengin olur. Yani dilinizin kelime zenginliği, düşünce dünyanızın dış dünyada yansımasının aracıdır. Meşhur dilbilimci Wittgenstein’ın, kendisi gibi meşhur olan şu sözü “Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır” ifadesi, açık bir gerçeği ortaya koyuyor.

Kelime hazineniz ne kadar çoksa kendinizi o derece yeterli ifade edebilirsiniz. Bunun aksine, kelime hazineniz ne kadar az ise ifade kabiliyetiniz de o derece yetersiz olur.

Bir dilin kendisinde olmayan kavramları diğer dillerden abartılı olmayacak ölçüde alması son derece normaldir. Türkçe de tarih boyunca diğer dillere kelime vermekle kalmayıp aynı ölçüde kelime alarak zenginleşmiştir. Türkçeye tarihi seyri içinde Moğolca, Çince, Hintçe, Farsça, Arapça, Kafkas ve Balkan dillerine kadar birçok dil ödünç kelime vermiştir.

Hukuk dilinin de zamanla kelime alarak gelişmesi olağandır. Fakat ipin ucunu kaçırdığınızda diliniz, asıl metin dili olan Türkçe’den başka bir dile, hatta gramere dönüşmüş oluyorsa artık sınırlar aşılmış demektir. Türkçe, özellikle Arapça ve Farsçadan bin yıldır aldığı kelimelerle zenginleşirken ifrata kaçıldığı dönemler de olmuştur. Ancak, bu kelimelerle milyonlarca sayfa ürün verildikten sonra dilde “arındırma”ya girilirken de ayrı bir ifrat yolu seçilmiştir. Arındırma sürecinde dilin uzmanları dışında rasgele çabalarla hırpalanmış ve bir dil katliamı yapılmış olması kesinlikle kabul edilemez.

Diğer yandan bütün mesleki terimlerin bütün toplumca her zaman ve detaylarıyla anlaşılması beklenemez. Eczacılıkta reçetelerin, tıpta teşhis ve tedavi literatürünün herkesçe anlaşılması beklenemez, çünkü kullanılan dilin Türkçe olmasından çok konu, alınan eğitimle ilgilidir. Bu anlamda, sokağın dili ile terminoloji (ıstılah) dili birbirini her zaman tam olarak tutmayabilir.

Bir sahada eğitim almış bir kimsenin sahip olduğu kelime sayısı, eğitim almamış bir kimseye göre mutlaka daha az olur. Çünkü her alanın kendine has terimlerinin olması kaçınılmazdır. Tıp, felsefe, hukuk, sosyoloji, mühendislik, eczacılık gibi her bir disiplin günlük dilde kullanılmayan beş-altı bin farklı kelime içerir ve bu son derece normaldir. Örnek olarak aile çevresinde veya bir kafede arkadaşlarıyla konuşan bir doktor veya hukukçu için 4-5 bin kelime yeterliyken mesleki çalışmalar sırasında bu kelime sayısı yaklaşık on bine çıkar. Özetle, her alanın özgün terminolojisinin olması son derece normaldir.

Tıp ve eczacılıkta Latince, bilişim sektöründe İngilizce terimler nasıl yadırganmıyorsa Türkçe’nin kelime hazinesinde bin yıldır var olan birçok Türkçeleşmiş hukuk teriminin yadırganmaması ve çok fazla kurcalanmaması gerekir. Dil, üzerinde mühendislik yapılacak bir nesne değildir ve hiçbir millet kendi diliyle bizim gibi oynamamıştır.

“Varşova Mantıkçı Okulu”, günlük “nesne dili” ve “üst dili” ayrımına uygun şekilde hukuk tıp, felsefe, sosyoloji gibi disiplinler olarak birer “meta-lingua” yani “üst dil” oluştururlar. Hukuk da dili bir üst dildir. Sosyal Bilimlerde hukuk dili, felsefe, sosyoloji, tarih ve edebiyat ile birlikte bir dilin kelime hazinesini en güçlü şekilde içinde barındıran ve geleceğe taşıyan sahalar. Dil hukuk gibi insan hak ve hürriyetlerine giren bir sahada, anlaşılabilir, ama zengin bir kelime hazinesi (leksikal zenginlik) içermelidir.

Hukuk dilinden ağır Osmanlıca terkiplerin temizlenmesi doğrudur ancak, bin yıldır Türkçeleşmiş ve kazanımlarımıza dönüşmüş olan hak, hukuk, adalet, mahkeme, hâkim gibi birçok kelimenin gelişigüzel ve bilinçsiz şekilde atılmasından kaçınılmalıdır.

Yazının devamında Türkçe’ye zorla sokulmaya çalışılıp tutmayan ve tutan kelimelerden örneklerle vereceğiz ve dili tarih ve coğrafyadan koparan, aynı zamanda gelişmiş bir dil olmaktan geriye götüren uygulamalara itirazlarımızın gerekçelerini sunacağım…