Yaşanan göçler sonucu Anadolu’da Türkçe konuşan nüfus hızla artarken bir zamanlar Türklerin çoğunlukta olduğu bölgelerde bugün neredeyse Türkçe konuşulmuyor. Kırım bunun tipik bir örneği. Bir zamanların Ahıska eyaletinde de artık Türkçe neredeyse yok. Ermenistan’da 150 yıl önce Türkçe konuşulan bölgelerde Türkler yok. Balkanlarda Türkçe konuşanlar Batı Trakya, Bulgaristan ve Makedonya’nın belirli şehirleri dışında sayıca oldukça azalmış durumda. Tatarca Kazan’ın 1552 yılında Ruslar tarafından alınmasından bu yana sürekli olarak dalga dalga yok olma tehdidi altında oldu. Bugün hala 8 milyon insanın Tatarca konuşuyor olması bile başlı başına bir mucize sayılabilir.
Rusya Federasyonu, sınırları içerisinde bütün halklara uyguladığı gibi Türkçenin kolları olan Tatar, Karaçay, Balkar, Nogay ve diğer dilleri de eğitim müfredatından tamamen kaldırdı. İran’da 30 milyona yaklaşan ve kendine açıkça “Türk” diyen Güney Azerbaycanlılar İran devletinin eğitimde Türkçeye izin vermemesi, basın ve yayında Türkçeyi baskılaması ve Türkçe konuşulduğunda ise yoğun bir Farsça içerikle bozularak kullanılması Türkçenin bu ülkede yaşadığı tehdidi ortaya koyuyor. Bu üç ülkedeki anadili Türk dili lehçeleri olan insan sayısı 70 milyonun üzerinde. Bu konuda en azından prensip olarak Avrupa Birliği’nin ortaya koymuş olduğu temel dil ve kültür öğelerini talep hakları dikkate alınmalı ve dile getirilmelidir. Aksi halde önümüzdeki 25-30 yıl içerisinde Türkiye halkına en fazla benzeyen diğer kardeş halklarının adlarını yalnızca tarih kitaplarından görmüş olacağız.
Bugünlerde yaşanan en vahim olaylar, Çin’in 30 milyonluk kitleye Türkçenin resmi dil olmasını geçin, haberleşme ve sokak dili olarak kullanmayı bile yasaklamaya çalışması ve kreşlerde bile anadil yasağı uygulaması. Bu yaşanan asimilasyon politikaları ile bundan daha kötü olan sahip çıkmama olgusu ve gerçeği Türkçenin gücünü ve hâkimiyet alanını daraltmış oluyor.
Bütün bu diller üzerindeki tehdidi yukarıda özetlemiş olduk. Peki, bu fırsatı bugün avantaja çevirmenin yolları nelerdir? İlk olarak bütün lehçe ve şiveler için ortak alfabe oluşturmak mutlak bir ön şart idi. Fakat birçok ülke Latin alfabesine geçerken ortak alfabe karakterlerini kullanmadı. Bu konuda daha baskın olan lobi ve güç odaklarının yönlendirmesi ile ortak Latin alfabesi de oluşturulamadı.
Alfabe konusu açılmışken Afganistan, İran ve Doğu Türkistan’da Uygur alfabelerini kullanan yaklaşık 100 milyonluk Türkçe konuşan kitlenin kendi aralarında hiçbir aktif bağlantı yok. Yine eski alfabe arasında da ufak tefek harf farklılıkları dolayısıyla gerekli köprüleri kuramadıkları ortada. Bütün Türk halklarının aralarındaki keskin sınırlar ve kültürel atmosferin yetersizliği dolayısıyla bu kültürel kaynaşma hiçbir zaman maalesef oluşturulamadı.
Doğu Türkistan’dan Makedonya’ya, kuzeyde Moskova yakınlarından güneyde Kerkük veya Basra Körfezi’ne kadar birçok bölgede Türkçe’nin lehçe ve şiveleriyle konuşulması büyük bir fırsat ve avantaj iken maalesef geçtiğimiz yüzyılda Türkiye ve Türkler bu avantajı yeterince değerlendiremedi.
Türkiye’nin kullandığı Latin alfabesi karakterlerinin son dönemlerde Latin alfabesine geçen Özbekistan, Türkmenistan ve Kazakistan tarafından da kabul edilmesi başarılabilseydi Türkçe’nin ortak kullanımı konusunda ilk ve temel bir adım atılmış olacaktı.
Ortak alfabe şöyle bir ekstra güç ve avantaj sağlar: Örnek vermek gerekirse Türkçe bir kavramı aynı alfabe karakterleriyle yazarak bir arama motorunda aradığınızda o kavram Doğu Türkistan’dan Makedonya’ya kadar ortak bilgi kaynağı üzerinde taranmış olur. Ortak bilgi kaynaklarından yararlanmak ortak kültürün ve etkileşimin olması bakımından önemliydi. Azerbaycan alfabesindeki ters e, (e ve â arasında bir ses olarak) okunur ve Türkçede aslında vardır. Bizim Alfabemizde kullanılmamakta fakat arama motorlarının bu harfi Türkçedeki (a) gibi algılaması halinde Türkiye’nin gücü 80 milyondan en az 90 milyona çıkmış olur. Diğer lehçe ve şiveler bakımından da mesela Q ve W harflerinin arama motorlarında Türkçedeki karşılıkları ile algılanması halinde Kazak, Türkmen ve Özbek Türkçesi ile birlikte 140 milyona ulaşır. Bu konuda hiçbir çalışma yapılamadığını üzülerek görüyoruz.
Bugünün dünyasında iletişim kanallarının bunca artmasına rağmen Türkiye’nin doğusunda ve kuzeyinde kalan kardeş halklarla televizyon, radyo, sinema, tiyatro, edebiyat, internet platformları kurulması; ortak eğitim kurumları tesis edilmesi, odaklı sempozyumlar, kültür gezileri düzenlenmesi ve turizm kanallarının açılması Anadolu da dahil bütün Türk halklarının beka meselesidir. Türkiye’nin Çin’den 10 milyon turist yerine Türk dünyasından 5 milyon turist hedefi daha anlamlı olabilir. Bunun da ötesinde ekonomik işbirlikleri ve dış ticarette öncelikli olarak birbiriyle ticaret yapma gibi tercihler geleceğin dünyasında Türkiye’yi de diğer kardeş halkları da güçlü kılacak adımlardır.
Bu adımları atmak bir yana, bazı konularda maalesef geriye gittiğimizi de üzülerek hatırlatmak ve acilen tedbir alınması gerektiğini ifade etmek istiyorum. Türkiye’nin bu konu ile ilgili en değerli çalışmalarından birisi Türk Dil Kurumu tarafından yapılmış olan ortak Türk Lehçeleri Online Sözlüğü idi. Maalesef bu sözlüğün yer aldığı internet sayfasına uzun süredir ulaşılmıyor ve bu konuda bir açıklama da yapılmadı.
İkinci olarak TRT Avrasya ve TRT 5 tarafından üretilen alt yazılı olarak Türk lehçelerinde üretilen çok sayıda film ve dizi vardı. Klasikler çevriliyor, ortak şiir ve müzik programları yapılıyor, ayrıca kültür programları ve hiç bir aşırılık içermeyen dini programlar ile bölgenin yanlış akımlardan korunması sağlanıyordu. Bu programları da artık maalesef göremiyoruz. Özetle ifade etmek gerekirse bu konuda diğer ülkelerin asimilasyona yönelik veya umursamayan kültür politikaları karşısında Türkiye kendi coğrafyasında kendine yakın halkları dil ve kültür çalışmaları ile bu tarihi ve kültürel bağları korumayı başaramazsa bunu bizim yerimize, bizim adımıza yapacak başka bir millet elbette olmayacak.
Bugün İspanyolcanın veya Fransızcanın hatta İngilizcenin dünya dili olmasının altında bu dillerin farklı şive ve aksanlarının televizyon programlarıyla, ders müfredatlarıyla güçlendirilmesi ve yakınlaştırılması yatıyor.
Bütün bu ülkelerde Türkçe’nin seçimlik ders olarak müfredata girmesini sağlamak, Türkiye’de de seçimlik dersler arasına bu lehçelerden bir veya birkaçını koymak en önemli adımlardan birisi olacaktır.