Denilebilir ki tarih, uygarlarla barbarların savaşından ibarettir. Savaşlarda bir taraf hep uygarsa diğer taraf hep barbar olmuştur. Muhtemelen böyle de devam edecektir.
Savaşta iki tarafın olması sorun değil. Bu gayet doğal. Sorun, her tarafın karşısındakini barbar, kendisini uygar görmesinde. Bunu Yunanlılarla Truvalılar arasındaki savaşa da uyarlasanız aynı sonuç çıkacaktır, Amerika’nın Irak’ı işgaline de.
Bu durumun tarihteki en bariz örneklerinden biri, coğrafi keşifler ve sömürge faaliyetleriyle Amerika kıtasına gelen ‘Beyaz Adam’la Amerikan yerlileri arasındaki mücadeledir. Bu mücadelede ‘Beyaz Adam’, elinde İncil’i, başında şapkası, üzerinde paltosuyla uygarlığı temsil ettiğini düşünen insandır. Bu adam tekniği kullanarak dünyayı dize getirmeye ve ulaştığı coğrafyalara medeniyeti götürmeye çalışan adamdır. Ona göre en iyi, en ileri ve en medeni insan odur. Kendisinden önceki bütün geleneklerin üzerindedir. Ateşli silahları o bulmuştur çünkü. Matbaayı o icad etmiştir(!). Atomu o parçalamıştır. Gökdelenlerin altında onun imzası vardır. Titanik onun eseridir.
Bir nevi Faust’tur bu adam ve devamlı yenilenmenin arefesinde yaşayarak dünyayı dönüştürmenin hesaplarını yapmaktadır.
Kızılderili olarak tabir edilen Amerikan yerlisi ise, beyaz adama göre barbardır(!). Baldırı çıplak ve ağaçlarla konuşan bir leyladır. Miskinliğin pençesinde bir hayat süren, çalışıp ekmeyen, üretmeyen ve yan gelip yatarak sadece var olanlardan beslenen bir ucubedir. Tabiri caizse bir asalaktır. İndirgemeci ve ilerlemeci tarihin doğurduğu bir anlayışla, hâlâ avcılık ve toplayıcılık evresini atlayamamış bir sürüngendir. Evrimi tamamlanmamış kronik bir sapmadır.
Batılılar için bu anlayış, sadece Amerikan yerlileri için değil, Coğrafi Keşifler ve bilimsel devrim(!) sonrası topraklarını işgal ettikleri bütün toplumlar için geçerlidir. Bugün bu anlayış hala devam etmekte. Çünkü Amerika başta olmak üzere Batı tarafından dizayn edilmeye çalışılan Ortadoğu ve İslam coğrafyasındaki toplumlar kendilerine demokrasi ve ilerlemenin götürülmesi gereken geri ve barbar toplumlardır. İlerleyebilmeleri için Batı’nın üstünlüğü çerçevesinde getirilen her şeye muhtaçtırlar. Bu uğurda milyonlarca insanın karınca misali katledilmesi, şehirlerinin bombalanarak binlerce yıllık medeniyet izlerinin silinmesi ve ait oldukları geleneklerinin yerle bir edilmesinin önemi yoktur. İnanıp alıştıkları üzere eşyayı okuma ve hayata anlam verme yetilerinin, “tanrılardan” ateşi çalmış ‘Promete’ için önemi yoktur. Çünkü ışık onun elindedir ve o, insanları karanlıklardan kurtarmak için vardır.
İşbu Batı, Yunan mitolojisindeki Promete’nin çocuklarıdır. Medeniyet onlara, barbarlık ise onlar gibi olmayanlara haktır. Onlar ışığı yakarak yanmayı göze almışlar ve aydınlatmak da onlara hak olmuştur.
Buraya kadarki düşünceler ve kalıp yargılar madalyonun bir yüzüdür. Aynı madalyonun bir de diğer yüzü vardır. Bu yüzde, işgalci ve sömürgeci Batı’nın karşısında yer alan toplumlar söz konusudur ve bakalım mesele onlar tarafından nasıl görünmektedir.
Yukarıda, beyaz adamlar tarafından yerlilerin ve kendilerinin nasıl göründüğüne dair görüşleri aktardık. Şimdi ise, Kızılderililer tarafından soluk benizli diye tarif edilen beyaz adamın ve kendilerinin nasıl göründüğüne bakalım. Bu kısımda, bazı Kızılderili sözlerine başvurarak, beyaz adama bakışı tasvir etmeye çalışacağım (Kızılderililerin bakışıyla Doğu olarak tanımlanan ve Nihat Genç’in ifadesiyle “Batı’nın bombaladığı her yerin” çocuklarının görüşü benzerdir.)
“Bizim halkımız ile beyaz halk arasındaki en büyük fark tevazudadır. Bizim insanımız ne kadar yükselirse yükselsin, ne kadar ileriye giderse gitsin, bilir ki Yaratıcının ve kainatın önünde bir zerredir.” (Athabascan-Lincoln Tritt)
“Tabiatın bahçelerinde küçük bir çocuk hayretiyle gezinirken, kuşların şakımasında, suların çağıldamasında ve çiçeklerin tatlı kokusunda yüce ruhun fısıltılarını duyarım. Siz buna putperestlik mi diyorsunuz?” (Sioux Kabilesi-Zitkala Sa)
“Her şeyi açıkça bildikleri halde şimdi diyorlar ki, ben kötü biriymişim… Hatta oradakilerin en kötüsüymüşüm… Ben ne yaptım ki? Ağaçların gölgesinde ailemle birlikte yaşayıp gidiyordum…” (Chiricahua Apache Kabilesi-Geronimo)
“Bir zamanlar medeni ve münevver insanlar olduğumuzu büyükbabam söylemişti. O zamanlar ağaçlarla ve bütün yeşilliklerle konuşuyorduk. Uçan yaratıklarla, dört ayaklılarla, sürüngenlerle, balıklar ahalisiyle konuşuyorduk. Bir zamanlar hepimiz birbirimizle konuşuyorduk. Ne kadar çok dil, alfabe, şekil olursa olsun, bütün herkes aynı duygu ve düşünceyle konuşup anlaşıyordu. İşte o medeniyetti, münevverlikti. Sonra, oradan buraya sürüldük. Şimdi kendimizi ‘medeni’ olarak vasıflandırıyoruz. Hıristiyanlaşmış bir dünya. Hepimiz kendimize ait küçük bir dünya şekillendirdik. Bu dünyanın içine kendimizi, ruhsuz olarak hapsettik. ELDE VAR SIFIR!” (Sioux Kabilesi-Kara Geyik)
“Size nasıl inanıp güveneceğiz? Kendiniz söylüyorsunuz, peygamberinizi öldürüp bir de haça çivilemişsiniz.” (Shawnee Kabilesi-Tecumseh)
Beyaz adamın Kızılderililer hakkındaki rijit ve aşağılayıcı söylemleri karşısında, kendini olduğu gibi ortaya koyan ve aradaki en bariz farkı tevazu kelimesiyle ifade eden yerliler açısından baktığımızda manzara tamamen farklılaşıyor. Yani madalyonun arka yüzü hiç de ön yüzü gibi değil. Bizden görmemiz istenenle göremediğimizin dilinden ortaya koyulan çok farklı. Aslında mesele dünyaya nereden baktığınızla ilgili. Ya da dünyanızın etrafına ördüğünüz kalın duvarlarla. Tam da bu noktada keşif ile işgal arasındaki farka değinmek gerek.
Etrafına kalın duvarlar ören beyaz adam aslında keşfetmiyor, işgal ediyordu. Ya da keşfi, adı üstünde sadece coğrafiydi. İnsani keşifler söz konusu değildi. Kendini en ileri ve en teknik görmenin doğurduğu tırnak içinde ‘medeni’ olma hastalığıydı bu. Eşyanın hakikati ya da hikmetin sevgisi bağlamında vardığı noktayı en yüksek nokta olarak görmenin patalojik neticesiydi. Karar önceden verilmişti. Beyaz adam icat ettiği üzere (uygarlığı) uygardı, ‘Kızılderililer’ icatların çok gerisinde kalarak barbar. Beyaz adam redingotu ve şapkasıyla uygardı, ‘Kızılderililer’ kıyafet devrimi yapmak zorunda olarak barbar. Beyaz adam emrinde uşakları ve büyük çiftlikleriyle uygar, ‘Kızılderililer’ tabiatın verdikleriyle kanaat edip fazlasına tamah etmedikleri için barbar. Beyaz adam çatalı kullanmayı bilmesiyle uygar, ‘Kızılderililer’ yerken ellerini kullanması ve Allah’ın verdiğiyle arasına Poseidon’un mızrağını sokmadığı için barbar.
Beyaz adam demokrasi havarisi olarak uygardı, dünyanın geri kalanı ise teokrasi ya da monarşi heveslisi olarak barbar.
Bu hikaye çok eski. Milletler, her toplumun kendine özgü bir var olma biçiminin olduğunu ve eşyayla kurulan iletişimin insan sayısı kadar fazla ve özel olduğunu anlamadıkları sürece de bu hikaye devam edecek. Birileri hep barbar birileri hep uygar olacak!