Mehmet Âkif bu milletin nişanesidir. Ömrü sıkıntılarla geçmesine rağmen şikâyet etmeden ilminin, irfanının ve imanının gereğini yapmaya çalışmıştır. Âkif sadece tefekkür değil aynı zamanda eylem adamıdır. Eleştirdiği hiçbir hususu onda göremezsiniz. Tavsiye ettiği şeyleri de ilk olarak kendisi uygulamıştır.
1873 yılında Fatih’te doğan Âkif ilk eğitimini babası Tahir Efendi’den almıştır. Safahat’ta, “Hem babam hem hocamdır, ne biliyorsam kendisinden öğrendim” diyen Âkif henüz 16 yaşındayken babasız kalmıştır. Ertesi yıl ise evleri yanmış ve büyük sıkıntı içerisine girmişlerdir. Mülkiye’de okumasına rağmen ailenin sorumluluğu sırtına bindiği için kısa yoldan hayata atılmak amacıyla Baytar Mektebi’ne geçmiştir. Bu mektebi birincilikle bitiren Âkif aynı yıl memuriyete başlamıştır.
Âkif tüm bu ailevi sıkıntıların yanı sıra memleketin geçirdiği sıkıntıları da iliklerine kadar hisseden dertli bir insandır. 1908 olayları, Balkan faciası, 1. Dünya Savaşı, İstanbul’un işgali, İstiklal Harbi gibi bir milletin görebileceği en zorlu dönemleri bizzat yaşamıştır. Sonraki yıllarda ise, doğrudan ayrılmayan karakteri, hiçbir hizip veya partiye yaklaşmaması O’nu her çeşitten iktidar için “sakıncalı” hâle getirmiş ve daima büyük zorluklar içinde bırakmıştır. Dergisi, iktidardaki partiler tarafından defalarca kapatılmıştır. Üniversitedeki hocalığından ayrılması da dergisinde tenkit ettiği politikacıların baskısı ile olmuştur. Âkif, Kahire’deki on yıllık ikameti sırasında, eşinin hiç geçmeyen hastalıkları, çocuklarının başıboş kalması ve maddî imkânsızlıklar yüzünden çok sıkıntı çekmiştir. Gerek milletvekilliği, gerek memuriyetleri ve gerekse Millî Marş şairi oluşu sebebiyle defalarca hak ettiği emekli maaşının kendisinden esirgenmesi de buna sebep olmuştur. Milletimizin bu büyük değeri, açıkçası -hem devleti ve hem de halkı tarafından- terk edilmiş; en olgun ve en verimli çağında gurbete hapsedilmiştir.
Âkif ilim aşkı ve titizliğini Arnavut asıllı babasından, uhrevi derinliği ve Peygamber sevgisini ise Horasan asıllı annesinden almıştır. Süleyman Nazif yakın arkadaşı olan Âkif’i şöyle anlatır: “Âkif yalnız Cenab-ı Hakka, Hazreti Peygambere(sav), büyük âlimlere, cemiyete, insaniyete ve bilhassa insaniyete ilan-ı aşk etti. Canandan, hicrandan şikâyete bedel, hemcinsine raci mahrumiyetlerden, sefaletlerden ve bilhassa İslam’ın duçar olduğu musibetlerden feryat etti.“ Cenap Şehabettin ise “Onun kalbi fani hislerden çok uzak ve çok yüksek iki aşk ile yanar. Din aşkı, vatan aşkı. Âkif’in iki gözünde birer yaş görürseniz tereddütsüz hükmedebilirsiniz ki biri üzerinde güzel sancağımız sallanan yerlere, öteki de on dört asır evvel Mekke’de doğan hakikat güneşine aittir. Ne yazsa ilhamı ikisinden biri olur” şeklinde anlatır.
Sezai Karakoç’un tarifiyle Âkif, şiirle düşünmeyi edebiyatımıza sokan hemen hemen tek şairdir. Bir toplumun, bir ömür başından geçenleri şiirle anlatması da diyebiliriz Safahat’a. Türk Devleti, Âkif’te şiir ölçüleri içinde; düşünmüş, ağlamış, haykırmış ve umutsuzluğa batmış, umutla çırpınmıştır adeta. Safahat bir nevi, bu yıkıntıların safha safha anlatılışı, duyuruluşu ve bu yıkıntıların şairde bıraktığı acı izlerin derlenişi, toplanışı ve tespit edilişidir. Bu yüzden, Safahat bir bakıma Türk tarihinin en acıklı günlerinin yaşanmış bir destanı, yas yapraklarıdır. Onda Asım’ın nesli, geleceğin nesli haline gelir ve yazdırdığı destan bu yüzden devirlere sığmaz.
“Dünya Firavun kesilse, yılmak yok!” diyen Âkif “İki yüz laf yarım işin yerini tutmaz” sözünden yola çıkarak tüm zorlu devirlerde taşın altına el atmış, cepheleri dolaşmış ve Milletin uyanışı, dirilişi ve kurtuluşu için büyük gayretler göstermiştir. “Sözle dua yetmez, Hz. Peygamber çalıştı, biz de çalışacağız” cümlesi O’nun şiarı olmuştur. “Bu devlet yıkılırsa, İslam âlemi biter… Bizi ancak eğitim kurtarır.” diyerek de kurtuluş reçetesini göstermiştir. İstiklal Harbi sırasında verdiği vaazlarda “Ey cemaat, görüyorsunuz ki duracak zaman değil, çünkü zaman durmuyor” çağrısıyla Milleti ataletten, miskinlikten kurtarmanın davasını yaşatmıştır. Bu çağrıları kısa zamanda sonuç vermiş Millet dört koldan cephelere akarak İstiklal Harbini zafere ulaştırmıştır. Harbin en şiddetli zamanlarında yazdığı İstiklal Marşı milletin kurtuluş destanı haline gelmiştir. Her geçen gün Âkif bu milletin gönlünde dirilmeye devam ediyorsa bunun en büyük sebebi O’nun samimiyeti, kendisine yapılan vefasızlıklara rağmen devletine küsmemesi ve Milletinin hislerine tercüman olmasıdır. 2021 yılının “İstiklal Marşı Yılı” ilan edilmesi bu bakımdan büyük bir fırsattır. Âkif’e dair sadece seminer/konferanslar değil daha çok kitleleri aydınlatacak yapımlara(Dizi-Film) ve eserlere imza atılması bu yılı anlamlı kılacaktır. Bizler de Âkif’i daha iyi anlamak için eserlerini okuyarak işe başlayabiliriz. Mekânı cennet, makamı âli olsun.