Erdem Beyazıt Ağabey “Önden Gidenler İçin” diye yazdığı ve “Sait Mutlu, Sabri Arslan, Mehmet Emin Balyan, Ahmet Yücel'in aziz hatıralarına” ithaflı şiirine “Onlar gittiler /Yalnız bir yemin kaldı aramızda/Ben şimdi bu yanda/Kasılmış çıplak bir kurşun gibiyim/Namluda” diye başlamıştı. Listesine Cahit Zarifoğlu, Akif İnan, Nuri Pakdil, Alaeddin Özdenören, Rasim Özdenören, Sezai Karakoç ve kendisi eklendi. Cahit Ağabey “Yaşamak” isimli günlük-deneme kitabına “Ne çok acı var?” diye başlar. Kişisel hayatıma bu ağabeylerden hasat ettiğim kelimeleri, fikri hayatımı inşa eden yazı ve hikâyeleri, dergi bürolarındaki sohbetleri, dinlediğim konferansları ve yetişip onlardan öğrendiklerime eklediğim yorumlarla aynı sahnelerde katıldığım kültür-sanat etkinliklerini düşününce çorak bir iklimde ufka bakarken bir yalnızlık ve kimsesizlik diyarında sürgün gibiyim.
Necip Fazıl ve Cemil Meriç’i de bu listeye eklemeden geçemedim; çünkü onlardan zihin dünyamı düzenleyen kelime, kavram ve görgü var. Onlar 1950-60 sonrası medeniyet, kültür ve sanat hayatımızı inşa eden öncü nesillerdi. Bu verimli yolculuğun yaşayan son sesi (Allah uzun ve sağlık bir ömür versin) Atasoy Müftüoğlu.
25 Temmuz ikindisinde Rasim Özdenören’i Eyüpsultan Haziresi’ne emanet ettik. Taziye için Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği’nde hazırlık yapılmıştı. Hazırlıklara ve bahçede yaşanan telaşa, hüzne ve ağabeylerini yolcu etmeye Ankara’dan, Kayseri’den, Maraş’tan ve diğer illerden gelen dostları izlerken 1970’li yıllarda gıyaben tanıştırıldığım ve kitaplarını okuyarak, varlıklarını hissederek, çıkardıkları dergi sayfalarında Müslüman dünyanın acılarını, ızdıraplarını takip ederken yaptığımız mücadeleye kelimeleriyle verdikleri desteği an an ve satır satır hatırladım. 12 Eylül 1980 darbesinden önce duvarlara yazdığımız “Sabır savaş zafer. Adım: Müslüman.” Sloganı, Erdem ağabeyin aşağıdaki şiirinden alınmıştı.
“Dünyanın kalbini dinle geliyor adım adım /Dallar meyvaya dursun toprak tohuma dursun/İnsan barışa dursun selama dursun zaman/Sabır savaş zafer. Adım: Müslüman.”
20. yüzyılın öncüleri silsilesiyle gıyaplarında ilk 1974 veya 1975 yılında Nevşehir İmam Hatip Lisesinde tanıştırıldım. Necip Fazıl ve Sezai Karakoç’tan ilk söz eden rahmetli Hocam Zeki Soyak’tı. Sezai Karakoç ve Diriliş fikri de yine rahmetli Hocam İlhami Nalçacıoğlu ile hayatımıza girdi. İlkokuldan itibaren deliler gibi okuyan biri olarak bunlardan çok haberdar değildim. Bir süre sonra Edebiyat dergisi elime geçti. Bugün hayatta olmayan modern zamanların Müslüman öncülerinin her biri o küçücük dergide çağa yeni bir dille yeni bir şey söylüyordu. Kulak kesildik. Okuduk ve yeniden okuduk.
Kekeme bir çağa doğmuştu onlar. Müslümanca bir vakti yaşayacakları bir ortamları olmamıştı. Edinebildikleri geleneksel metinlerden öğrendiklerini yeni bir formda çağa söylüyorlardı. Mehmet Akif üzerinden 20. asrın başında Anadolu’da aydınlanan “inancını hayatın tüm alanlarında yaşama vecdi”, Necip Fazıl -Büyükdoğu- ile yeni bir fidan olarak sürgün verdi. Diriliş, Büyükdoğu ağacına yaslanarak meyve verdiğinde medeniyet surunu inşa etmeye başlamıştı. Nuri Pakdil Büyükdoğu ve Diriliş fidanlığından taşıdığı sürgünle Ankara’dan yeni bir ses verdi: “Kalemin Yükü” hayatımıza girdi. Kalemin Yükü kalemi tutmaya muktedir yazara hayatı, varlığı, kavrayışı ve ustalarının gösterdiği ufku aydınlatmaya koşarken yüklendiği/taşıdığı sorumluluğa şuur düzeyinde farkında olmasını söylüyordu. Kalem, küçücük cesametiyle kâğıda dokunduğunda dinden, tarihten ve gelenekten taşınması zor bir yük yüklenmişti ve yazar bu yükün idrakinde olmalıydı. Dergilerin yaslandığı dünya görüşüne mensup yazar inançlarının, siyasî hedeflerinin ve inanmış bir insan olarak yüklediği sorumluluklardan bağımsız olarak yazamazdı ve yazmayacaktı.
1976 yılında hayatımıza eklenen Mavera, Sebilüreşat’ın başlattığı yolculuğa yeni bir anlam verdi. Rasim ağabeyle Kasım 2012’de yaptığımız boyu süren ve kısmen Dil ve Edebiyat dergisi Mavera Özel Sayısında yayımladığımız uzun soluklu söyleşide: “Mavera dergisi ekip hareketi olarak başladı ve ekip hareketi olarak devam etti. Yayımlanmaya başlamadan önce ‘Mavera kimin dergisidir? Kimler adına konuşuyor?’ sorularına cevap teşkil edecek bir mektup yazılması ve bu mektup/bildirinin ulaşması gereken bütün vatan sathına ulaştırılması gerekiyordu. Arkadaşlar o mektubu yazma görevini bana verdiler.” diyecekti (O mektubun tıpkı basımı ile Sayı 47: Kasım 2012). Mavera herkese açık bir ses olarak 1976 yılında hayatımıza girdi ve bugün Müslüman çevrelerde kaleminin sorumluluğunu taşıyan her bir yol arkadaşıyla yolculuk yaptı. Bir nesli edebiyatla tanıştırdı ve edebiyatla neler yapılabileceğinin mesajını Afganistan, Filistin, Eritre … Müslümanlarının acılarını, direnişlerini, savaşlarını, dertlerini Türkiye Müslümanlarının hayatlarına taşıyarak “ümmet coğrafyası şuurunun” inşasına zemin hazırladı ve yeni bir ufuk inşa etti. Kendisini Müslüman olarak ifade eden birçok isim bu dergide yer buldu ve yetişti. 20. yüzyılı 21. yüzyıla taşıyacak tüm isimlerin zihin kırıntıları arasında Mavera mayasının tortularından bir iz var ve Mavera ile açılan patika destanlaşarak varlığını sürdürmeye devam ediyor. O yolu açmaya devam eden yüzlerce dergi var hayatımızda.
Rasim Özdenören ve mensubu olduğu nesil, ümmet coğrafyasında tarihin en büyük trajedisinin yaşandığı bir çağda dünyaya geldiler. 1930-1940 doğumlular bu talihsiz çağın neslidir. Medeniyettin kopuşun kültürel yabancılaşmanın had safhada olduğu, sentetik bir Batılılaşmanın hayatlarımızı allak bullak ettiği bir devirden bahsediyoruz. 1950’lerin sonunda hikayeleriyle fısıldayan Rasim Ağabey yukarıda anlatılan hikâyenin de öncü kahramanlarındandı. “Çok Sesli Bir Ölüm” ve “Çarpılmışlar” üzerinden “Denize Açılan Kapı”ya yönelmesi bir çıkış gibi görünse de o neslinin panik halini, yaşadığı trajediyi ve ruhundaki savruluşları yazdı.
“MAVERA adında yeni bir aylık edebiyat dergisi çıkarmanın hazırlığı içindeyiz. Önce adımızı açıklayalım: MAVERA. Yani öte, yani bir şeyin ötesinde bulunan, insan aklının ötesinde veya üstünde bulunan (...) MAVERA, edebiyat anlayışımızı oldukça geniş boyutlar içinde özetleyen bir kelimedir. Biz, edebiyatı, amacı kendinden ibaret kalan bir çalışma alanı olarak görmüyoruz. Tarihte hiç bir uygarlık, ilkin bir edebiyat hazırlığı geçirmeden, kelâm eğitimini tamamlamadan yani düşünce söze, söz de eyleme dönüşmeden var olma ortamına kavuşmamıştır. ... MAVERA, bir yaşama biçimi halinde öz uygarlığımızı yeniden yürürlüğe koyma davasını güdenlerin, edebiyat alanındaki bir buluşma yeridir. Selâm üstünüze olsun." Mavera dergisinin çıkış bildirgesinde yazdığı metne sadık kalarak yaşadı ve sessiz yaşadığı hayata emek verdiği büyük kalabalıkların omzunda son yolculuğuna, maverasına uğurlandı. “Onlar gittiler/Giderken bir muştu gibiydiler.”
Rahmet ve dua ile….