Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, bir röportajında Üçüncü Dünya Savaşı’nın başlama riskinin her geçen gün arttığına işaret etti.
Gerçekten de uluslararası sistemde ortaya çıkan gerginlikler, çatışmalar ve savaşların durdurulmaz bir şekilde tırmanması ve yayılması, Gazze’de tüm dünyanın gözleri önünde işlenen soykırım, bütün bu olup bitenlerin durdurulması veya yönetilmesi hususunda uluslararası kurumların ve diplomasinin yetersizliği ve felç olma durumu; ‘Üçüncü Dünya Savaşı’ riskinin her geçen gün arttığını inkâr edilemez bir şekilde gösteriyor.
Üçüncü Dünya Savaşı belki de ilk iki dünya savaşında olduğu gibi, göreceli olarak kısa bir sürede topyekûn bir savaş şeklinde cereyan etmeyecek.
Zira nükleer silahların varlığı, Soğuk Savaş sırasında da gördüğümüz üzere nükleer güçler arasında doğrudan bir konvansiyonel savaş ihtimalini ciddi bir şekilde azaltmış durumda; fakat Soğuk Savaş sırasında Sovyetler Birliği ve ABD arasında vekiller üzerinden neredeyse küresel çapta cereyan etmiş olan mücadeleye baktığımızda, Soğuk Savaş’ın da haddizatında yeni bir formda bir ‘dünya savaşı’ olduğunu söyleyebiliriz.
Bundan dolayı önümüzdeki dönemde yeni bir dünya savaşı da pekâlâ yıllara yayılmış bir şekilde; dünyanın farklı coğrafyalarında doğrudan ya da vekiller üzerinden bir seri konvansiyonel savaş, terör saldırıları, darbe girişimleri ya da iç savaşlar üzerinden de gerçekleşebilir.
Söz konusu savaş tabii ki Amerikan hegemonyasına meydan okuyan Çin gibi yükselen güçler ve onun Rusya gibi müttefikleri ile Amerika liderliğindeki Batı ittifakı arasında gerçekleşecek; hatta Ukrayna Savaşı ile çoktan başladı bile!
Bütün bu süreçleri yönetmesi için kurulan BM ise İkinci Dünya Savaşı sonrası güç ilişkilerini yansıtan ve artık “update” edilmesi gereken karar alma mekanizmalarından dolayı âdeta felç olmuş durumda.
Görünen o ki BM reformu ya diplomatik müzakereler yoluyla gerçekleşecek ya da savaş yoluyla ortaya çıkan yeni denge sonucu gerçekleşecek.
Amerika Birleşik Devletleri’nin kendi lehine olan böyle bir sistemi değiştirmek istemediği ortada.
Hatta ABD’nin, kendisine meydan okuyan Çin gibi güçleri tam olarak palazlanmadan erkenden mindere çekerek tasfiye etmek istediğini de söyleyebiliriz.
Görünen o ki önümüzdeki yüzyılda dananın kuyruğu Asya Pasifik’te kopacak.
Türkiye olarak yaklaşan büyük fırtınaya hazır olmamız gerekiyor; bunun yolu da stratejik otonomimizi güçlendirmekten geçiyor.
Söz konusu noktada ise yerli ve millî bir savunma sanayisinin varlığı kilit taşı konumunda.